üç

2.5K 363 267
                                    

tatil günlerinden her zaman nefret etmişti jisung. noellerden, chuseok ve seollal bayramlarından, çocuk bayramlarından. özellikle de chuseok ve seollal bayramlarından. üç gün resmi tatilin olması ülkenin neredeyse her hanesine mutluluk doldururken o, tatil başlar başlamaz kendini büyük bir çıkmazın içinde hissederdi hep. mutluluk kendisine daha önce uğramamıştı. tatil günlerinde de uğramasını beklemiyordu zira babası, han seojun, ile aynı çatı altında ne kadar fazla vakit geçirirse o kadar tadı kaçıyordu.

kendini bildi bileli böyle olmuştu bu.

sekiz yaşında bir çocukken de, on sekiz yaşında hayatı tanımaya başlayan bir ergenken de.

han seojun, küçük bir köyde doğmasına ve büyümesine rağmen şu an olduğu konumla övünmekten gocunmayan bir adamdı. hoş, elde ettiği başarı elbette ki küçümsenmeyecek bir boyuttaydı. başarılarından her zaman söz etmesi olağan bir durumdu. onun yerinde kim olsa aynı şeyi yapmaz mıydı? küçük bir köyden, tek odalı müstakil bir evden seul'ün ortasına, dünyadaki en yüksek gökdelenlerden birini kurarak adını duyurduğu şirketine ulaşması kolay olmamıştı. bu süre zarfı içerisinde pek çok fedakarlık yapmış, bir çok şeyini hiçe saymıştı idealleri için.

amaçsız yaşayan insanlara katlanamazdı. pek çok şeye katlanamazdı fakat bir amacı olmadan, öylesine yaşayıp giden insanlar ona her zaman iskeletten farksız gelirdi. onları insan olarak bile görmezdi.

eğer kendilerini insan gibi görmüş olsalardı, bir amaçları olurdu diye düşünürdü her zaman.

başarısına ortak olan, en az onun kadar idealleri uğruna çalışan biri de jung minhee'ydi. onunla aynı köyden, taşralı bir kadındı minhee. seojun ile ilk görüşte birbirlerine aşık olmaları kaçınılmazdı. ikisi de yaşadıkları yerin en iyi okulunun gözde öğrencilerindendi. en az seojun kadar, minhee de başkent hariç diğer yerleşim yerlerinde artık hayatın kalmadığının bilincindeydi. bu yüzden ikisi de lisede başlayan ilişkilerini, seul üniversitesini kazanarak seul'de devam ettirme kararı almıştı. öyle de olmuştu. 

minhee fazla konuşkan bir kadın değildi. bunu, kocası ile olan iş hayatlarındaki başarısına yorardı sosyete partilerinde buluşan kadınlar. onlara göre sonradan görme, kasıntı biriydi. herkese yukarıdan bakmaktan ve aşağılamaktan hoşlanırdı. 

minhee'yi tanımadıkları ne kadar da belliydi.

minhee, geleneklerine bağlı bir kadın olmuştu her zaman. seul'ün göbeğinde yükselen gökdelenleri de, altındaki son model arabaları da, üzerindeki pahalı kumaşları da kişiliğinden bir şey götürememişti. içe dönük bir kişiliği vardı sadece. kimseyi kendinden düşük gördüğü yoktu. belki aptal olarak görebilirdi fakat düşük, asla. bu da onun değil, karşısındakinin sorunu olmalıydı ona göre.

kendisinin karakterinden hiçbir şey eksilmezken, evliliklerini uçuruma sürükleyen nokta seojun'un kişiliğinin tamamen değişmiş olmasıydı. alkolün her kötülüğün kaynağı olduğunu söylerdi büyükleri fakat hayır, her kötülüğün kaynağı kesinlikle paraydı. özellikle de daha önce hiçbir şeyi olmamış, sosyetenin deyimiyle 'sonradan görme' tiplemelerin parayı bulması felaketi getirirdi. 

önce odalarını ayırdılar, sonrasında ise işlerini. 

minhee, şirketteki payını koruyarak kendine başka bir sermaye kurdu. şirket işlerine karışmayarak seojun ile muhatap olmayacağını sanarak en büyük yanılgısını yaşamıştı. seojun, ona itaatsizlik eden birine öylece boyun eğemezdi. eğmedi de. bu kişi, büyük bir aşk ile evlendiği ve çocuğunun annesi olan kadın olsa da, minhee'nin kendisine boyun eğmesi için elinden geleni ardına koymadı. 

sympathy for mr. vengeance ; minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin