on altı

2K 273 355
                                    

babası vefat ettiğinde beş yaşındaydı jeongin.

annesi, babasına olan sonsuz sevgisi ve bağıyla nam salmıştı oturdukları mahallede. en büyük çocukları jeongin, bu büyük aşka en yakından tanık olan kişiydi. jeongin'in küçük kardeşleri yujin ve hanbin ise ancak abilerinden duyabilmişti bütün hikayeyi. jeongin'in anlattığı hikaye gerçekleri yansıtmıyordu. kardeşlerine anlattığı hikaye, tanık olduğundan çok daha güzel bir hikaye sayılırdı. bir peri masalı, uyumadan önce anlatılan kısa bir hikayeydi.

işin aslı ise hiç de öyle değildi. peri masallarına inanmazdı jeongin. hayata toz pembe bakan, bu tür şeylere kanan biri olmamıştı hiçbir zaman. sadece henüz küçük olan ve olanları anlamayan kardeşlerini hayatlarında yaşanan gelişmelerden uzak tutmaya çalışan bir çocuktu. henüz daha altı yaşında, babasını kaybedeli bir yıl olan küçük bir oğlandı rambo hayatlarına girdiğinde.

rambo, yang dojun, jeongin'in hayatına girdiğinde jeongin evlerinin önündeki kaldırımda akranı olan birkaç kişiyle oyun oynuyor, elindeki yeşil tebeşirle kaldırıma bir şeyler karamakla uğraşıyordu. önce pahalı ayakkabılar girdi görüş açısına, ardından da dojun'un yaralı suratı.

hayatında gördüğü en uzun kişi olmalıydı. öyle ki, jeongin ayaklandığında bile karşısındaki adamın beline dahi uzanamıyordu. o zamanlar genç olan suratında yarası göze çarpmıyor, şimdikine nazaran korkunç bir izlenim bırakmıyordu. kirli sakalları ve çekik gözleriyle yakışıklı olduğu bile söylenebilirdi.

"ajussi," demişti jeongin dojun'a diklenerek. "oyunumuzu bozuyorsun."

"ben de oynayabilir miyim?" demişti dojun, jeongin'in onun sesini ilk duyuşuydu.

şimdiki kadar gür olmasa da kalın bir sesi ve düzgün bir aksanı vardı. jeongin, karşısındaki kültürlü sayılabilecek adamın neden kendi mahallelerinde olduğunu anlamamıştı. oturdukları mahallenin eğitim düzeyi ortadaydı. henüz o yaşlarda dahi ne denli kötü bir yerde yaşadığının bilincindeydi. karşısındaki adam gördüğü hiç kimseye benzemiyor, buraya ait olmadığını bas bas bağırıyordu.

"nasıl oynayacaksın ki? seksek kutucukları bizim ayağımıza göre çizildi. senin ayakların sığmaz."

"benim ayaklarıma göre çizeriz."

"o zaman da bizim o kutucuklara atlamaya gücümüz yetmez."

jeongin kafasında düşündü, tarttı. olur yanı yoktu karşısındaki adamın onlarla oyun oynamasının. hem ne diye yetişkin biri oyunlarına dahil olacaktı ki? haksızlıktı bu. jeongin haksızlığa katiyen katlanamazdı.

"bence git sen," diye devam etmişti konuşmaya. "cüzdanını çalarlar senin burada."

dojun gülmüş, jeongin ise karşısındaki adamın gamzelerini incelemişti. tıpkı kendisinin gamzelerine benziyordu. daha derin bile sayılırdı. hoş, kirli sakalı bunu saklasa da ortadaydı işte. kim bilir sakalı kesildiğinde altında yatan manzara nasıl olurdu.

dojun bir şey dememiş, karşı kaldırıma park ettiği arabasına yaslanarak sessiz sakin bir şekilde mahalleyi izlemeye devam etmişti. jeongin'in kaçamak bakışları arada onu buluyor, neden hâlâ burada olduğunu ve neden bu kadar fazla sigara içtiğini merak ediyordu. arabası da amma fiyakalıydı, zengin züppenin teki olmalıydı.

saatler birbirini kovalamış, sokaktaki çocuklar birer birer evlerine girmeye başlamıştı havanın kararmasıyla birlikte. jeongin, annesinin eve gelmesine birkaç dakika kala küçük kardeşlerini tek katlı evlerinin bahçesine sokmuştu. annesi, dayeon, onları bahçenin dışında görürse kıyameti kopartırdı çünkü. bahçenin dışına adım attıkları an başlarına bir şey gelecekmiş gibi davranarak sanki onlara çok değer veriyormuş izlenimi bırakmaktan geri durmuyordu.

sympathy for mr. vengeance ; minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin