on yedi

1.7K 253 220
                                    

ilk kez bir kulübe gittiğinde on dokuz yaşlarının ortasındaydı minho. ona kalsa gitmezdi de, ona kalmamıştı işte. arkadaş grubunun kurbanı olarak kendisini gece kulübünün önünde bulması kaçınılmaz olmuştu. arkadaş grubunda hâlâ on dokuz yaşında olan tek kişiydi ve arkadaşları 'sözde' minho'yu içeriye sokabileceklerine inanıyorlardı. minho'ya kalırsa saçmalığın daniskasıydı bu. gitmek istedikleri kulüp bir sokak arası kulüp bile değildi üstelik. kimlik sormadan kim kimi içeri alıyordu ki?

minho reddedileceğinin bilincinde, ancak arkadaşlarının ısrarlarını da kıramayacak kadar bezmiş bir şekilde kulübün önündeki yerini aldığında, beklemediği bir şey gerçeklemişti. kulübe alınmış, kimliği bile sorulmamıştı. 'damsız' oluşu bile sorun değildi çünkü kendisi elini kolunu sallayarak içeri girerken arkasındaki arkadaşları kimlik kontrolünden geçmekle meşguldü.

olayın gerçekliğinden emin olmak için, çünkü gecenin ilerleyen saatlerinde bunun başını belaya sokmasını istemiyordu, kapıdaki güvenlik görevlilerine on dokuz yaşında olduğunu birkaç kez söylemiş ve her seferinde cevapsız bırakılmıştı. emir büyük yerdendi çünkü. daimi müşterileri han seojun'un biricik oğlu ne derse her mekanda onun sözü geçerdi. jisung'un o zamanlar on yedi yaşında bir ergen olması da bir anlam ifade etmiyordu üstelik. han soyadı nereye giderse gitsin galibiyeti beraberinde getiriyordu.

minho da güvenliklerin bir sorun çıkarmıyor oluşlarını eninde sonunda kabul etmiş, anın tadını çıkarmaya odaklanmıştı. arkadaşlarından biri kısa süre içinde askere gidecekti ve tek istediği birlikte eğlenmekti. minju bunu sıkıntı etmemişti. sadece güvenliklerle başı derde girerse minho'nun onu koruması için kendisini aramamasını tembihlemişti. minju hiç kıskanç değildi işin aslında. olmasına da gerek yoktu zira minho'nun gözü ondan başkasını görmüyordu senelerdir. minho'ya güveni tamdı. kıskançlık görevini üstlenen kişi minho'ydu daha çok. kendisinin aksine minju daha aktif bir hayata sahipti ve ister istemez çevresinde minho'nun haz etmediği tipler oluyordu. minju'ya güvenmediğinden değildi; çevreye güvenmiyordu işte.

yüksek sesli müzik, yanıp sönen ışıklar, ortada birbirleriyle dans eden insanlar minho'ya kalırsa abartıdan ibaretti. kendisinin sıkıcı bir hayatı olduğunu kabul etmek istemiyordu, sadece onun eğlence anlayışı ile uzaktan yakından alakası yoktu. sokak kenarı bir işletmede domuz göbeği ve soju'yu şu ana tercih ederdi. ayrıca, içince pis içiyordu minho. arkadaşlarının onu bu ortamda toparlayamayacağının bilincinde ölçülü bir şekilde ilerlese de, masadan eksilen ve saniyesinde tekrar dolan bardaklar ile ne yazık ki ölçüsü kaçanlar arasındaki yerini almıştı.

tuvaleti zar zor bulabilmiş, sıra olmadığı için kendini şanslı sayarak kabinlerden birine kendini atabilmişti. minju'nun onu tembihlediği tek şey fazla içmemesiydi. dünyanın en aptal sarhoşuna dönüşüyor, ayrıca beyaz teni anında kırmızının tonuna bürünüyordu. minho oturduğu klozette kendine gelmeye çalışırken dahi alev alan kulaklarını rahatlıkla hissedebiliyordu. belki de az önce midesinde ne varsa çıkarmış olmasıydı sebebi, bilemiyordu.

"iyi misin? hey, sana diyorum."

kulağına uğultu gibi gelen sesin ardından kabinin kapısının şiddetle sarsılması, oturduğu klozetten doğrulmasına ve ayaklanmasına sebep olurken doğru duyup duymadığını anlamaya çalışıyordu. birkaç başarısız denemesinden sonra sonunda kabinin kilidini açarak kendini lavaboların olduğu havadar (!) kısma attığında, yanındaki bedene bakmadan lavaboya ilerledi. ancak yüzüne birkaç kez su vurduktan sonra yanındaki bedeninin varlığını hatırlayabilmişti.

"iyiyim, teşekkür ederim." demişti kafasını eğdiği lavabodan kaldırmadan.

yan taraftaki peçeteliğe uzanmak için çabaladığında, aslında ona ne kadar uzak olduğunu fark etmemişti, yanındaki yabancı daha fazla dayanamamış ve minho'nun parmakları arasına birkaç peçete iliştirerek bir kez daha teşekkürünü duymuştu.

sympathy for mr. vengeance ; minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin