10

567 69 34
                                    

Yaz ayının güzel oluşu insanları sokaklara dökmüştü. Herkes sevgilileri ve aileleriyle birlikte gezip eğleniyor ve güzel anılar biriktiriyordu. Jeonghan ise onlara bakıp gülümsüyor ve şu an Seungcheol ile oluşunun tadını çıkarıyordu. Kaç saattir dışarıda olduklarını bilmiyordu.

"Chan nasıl?" diye sordu. Onunla uyumadan önce görüşmüştü ve özlemişti de. "Gayet iyi, ailesi izin alıp onunla vakit geçirmeye karar verdi" duyduğu şey mutlu olmasına neden olurken dudaklarını birbirine bastırdı. Feromonları hissedemeyişi keyfini daha çok yerine getirirken nefesini dışarı verdi. "Tuhaf bir çocuk. Enerjisi evdeyken daha çok artıyor. Aklımdan çıkmak bilmiyor çirkin suratıyla" Seungcheol'un gülüşüyle ona döndü. "Benimleyken görmedin hiç. Benim inadıma mutfağı altüst ediyor"

Jeonghan onun gülüşüne ortak olurken ikili kafelerden birine girmeye karar vermişti. Sıcak hava kendisini belli ederken ikili masaya geçip soğuk bir şeyler istediler. Jeonghan elini çenesinin altına koyup camdan dışarıya bakındı. Bir anda kemiklerinin sızladığını hissetmesiyle kaşlarını hafifçe çatıldı. Sızı dayanılamayacak kadar artıyordu ve bunu saklamak için kırk takla atıyordu. Ayaklarının altından parmak uçlarına kadar ne kadar kemiği varsa hepsi aynı anda bu sızıyla oynuyordu. Alt dudağına dişlerini geçirdi. Dayanılamayacak kadar fazlaydı.

Uzamış saçları yüzüne geliyordu ve geriye atacak gücü bulamamıştı şu an kendisinde. Derince yutkunup kendisini zorlayarak saçlarını geriye yatırdı. Şu an tek duası Seungcheol'un onu fark etmemesiydi. Göz ucuyla ona baktığında kafenin içine bakındığını gördü. Boğazını temizleyip çenesini elinden çekti. "Soonyoung ile de arkadaş olmana şaşaırdım. Nasıl tanıştınız?" Seungcheol kendisine dönüp dudaklarını araladı. "Jihoon ve Mingyu ortak arkadaşımız ama daha öncesinde üniversitede de sık sık karşılaşıyorduk"

Jeonghan anladığını belirtir şekilde kafa salladı. Gelen içeceklerini bırakan garsonun gidişini izleyip buz gibi sıvıyı mideye indirmek adına bardağı dudaklarına götürdü. İkili, birbirleri hakkında konuşmaya başladı. Anılar anlatıp durdular. Jeonghan karşısındaki bedeni izledi, izledikçe aşık olduğunu düşündü. Kalbi deli gibi hızlı attı ve karnında, yıllardır kozalarında duran kelebekler bir anda kozalarından çıkıp uçuşmaya başladı.

Eve dönüş yolunda da konuştular. Aralarındaki o tuhaf yabancılık uçup gitmişti ve artık daha samimiydiler. Birbirlerine, Chan'ın kendilerine seslendikleri gibi seslenmeye başlamışlardı. Bu durum ikisinin de hoşuna gidiyor ve akıllarına o küçük yaramaz bedeni getiriyordu.

Jeonghan kendisiyle birlikte arabadan inen bedene bakıp koca bir gülümseme sundu. "Bugün için teşekkürler Cheolie" dedi. "Sanırım en mutlu günlerimden biriydi" diye ekledi. Karşısındaki bedenin gülüşü karşısında titrek bir nefes aldı. Aklının başından gittiğini düşündü. Ona aşık oluyordu.

"Asıl ben teşekkür ederim Hannie. Şirketin sıkıcılığını unuttum sayende. Arada bu tarz kaçamaklar yapmalıyız, ikimiz için de iyi gelir belki"

"Kesinlikle" dedi ve kapıya doğru yöneldi. "Görüşürüz" diyerek onu gerisinde bıraktı ve apartmana girdi. Asanöre binip dairesinin olduğu katta inerken yüzündeki aptal gülümsemesi hala duruyordu. Seungcheol içini kıpır kıpır ettiriyordu.

Elindeki anahtarıyla kapıyı açıp içeri girdiğinde aldığı parfüm kokusu ile kaşları hafifçe çatıldı. Bu Jeyoung'un kokusuydu ama eve nasıl girmişti? Kapıda hiçbir zorlama yoktu. Adımlarını evin içinde atmaya devam ederken salona baktı. Kimse yoktu. Odasına yöneldiğinde duyduğu sesle nefes alışları hızlandı. Aralık kapıyı iterek açtığında Jeyoung'u sandalyesine oturmuş bir şekilde buldu. Bakışları buluştuğunda sinirlendiğini hissetmeye başladı Jeonghan. "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Sesi sinirli çıkıyordu. "Asıl sen ne yapıyorsun?"

"Ne?"

"Kim o herif? Neden ona gülümsediğin gibi bana gülümsemiyorsun? Neden onunla geziyorsun da benim aramalarıma cevap vermiyorsun?" onun feromonlarının tüm eve dolduğundan emindi ama hiçbirini alamıyor oluşu şu an büyük şanstı. "Ne saçmalıyorsun Jeyoung? Eve nasıl girdin?"

"Sorularıma cevap ver" Jeonghan ayaklanıp kendisine doğru gelen bedene karşılık derince yutkundu. Ne yaparsa yapsın baskın bir alfanın gücüne karşı gelemeyeceğini biliyordu. "Kimdi o? Diğerleri gibi altına girdiğin biri miydi?" duyduğu şeyle elini kaldırıp sert bir tokat attı uzun olana. "Ne sikim saçmalıyorsun sen? Dediklerine dikkat et"

Jeyoung'un boğazını kavraması ile elleri boğazını tutan adamın bileğine gitti direkt olarak. Karşısındaki adam kimdi? Neden şu an böyle bir şey yapıyordu? Hayatından çıkarması gerekiyordu onu. Bunun olacağını asla tahmin etmemişti. "Sen sadece benimsin Jeonghan. O herif nasıl oluyor da seni benden almaya çalışıyor?"

"Siz aptal alfalar" diye söylendi dişleri arasından. "Asla düzelmeyeceksiniz" diziyle adamın bacak arasına sert bir tekme attı sadece. Acıyla kendisini bırakan bedenden kaçmak için çabaladı ama saçlarına geçen parmaklar onu durdurmuştu. Her ne kadar belli etmese bile deli gibi korkuyordu Jeonghan. Karşısındaki adama hiçbir şekilde gücü yetmiyordu ve sonunun kötüye gideceği düşüncesi daha çok korkutuyordu.

"Bırak beni orospu dölü" ettiği küfürden sonra ona döndü ve suratına tükürdü. "Senin böyle aşağılık bir piç olduğunu bilsem en başında yaklaşmazdım" dedi. "Ben sana ait değilim seni sikik göt" bir kez daha karşısındakinin bacak arasına diziyle sertçe vurdu. Kendisini bırakan adamın karnına vurup olabildiğince acı vermeye çalıştı. Ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu gerçi.

Tıpkı kendisine yaptığı gibi saçlarından tuttu ve peşinde sürüklemeye başladı. Hala acı içinde kıvranan bedeni evinden çıkardı ve suratına sert bir şekilde kapıyı kapattı. Ellerinin titrediğini o andan sonra fark etti Jeonghan. Sinirden eli ayağı güçten kesilmişti ve yaşadıklarını idrak etmeye çalışıyor gibiydi. Derince yutkunup uzun saçlarına ellerini geçirdi ve yere oturup sırtını kapıya yasladı. Bacaklarını kendisine çekip dirseklerini dizlerine dayadıktan sonra gözlerini kapattı. Sinir bütün bedeninin titremesine neden oluyordu ve kapının diğer tarafından gelen yalvarışlar daha da sinir ediyordu.

"Siktir git artık orospu çocuğu!" sesi oldukça yüksek çıkıyordu. "Bundan sonra karşıma çıkma cesaretinde de bulunma! Aptal gibi senden korkacağımı mı sandın! Her şey bitti şimdi kes sesini ve defol!" sesler kesildi. Kapının diğer yanından gelen birkaç tıkırtı dışında başka bir ses yoktu. O gün, arabadan indikten sonra her şeyi bitirmeliydi.

Sakinleşmeyi bekledi sadece. Şu an birilerinin kendisine sıkıca sarılmasına ihtiyacı vardı. Mingyu'yu aramak adına telefonunu cebinden çıkardı. Bedeni hala titriyordu ve dinmesini beklerken daha çok artıyordu sanki. Dolan gözleri ardından Mingyu'nun ismini buldu ve aradı. Bekledi, bekledi, bekledi ama açan olmadı. Bir kez daha aradı. Çaresizce onun açmasını bekledi ama açmadı. Aklına bu sabah duyduğu şey geldi. Bizzat Seungcheol tarafından söylenilen şey. Senin için her zaman vaktim var.

Onu aradı. Joshua ya da Soonyoung yerine gidip onu aradı. Ne kadar acınası ya da rezil durduğu umrunda değildi. Sadece o gelsin ve sarılıp her şeyi unuttursun istiyordu. Aramanın açılmasını beklemeye başladı. Bedenini bürüyen umutsuzluk, ikinci çalınmanın sonunda aramanın açılmasıyla uçup gitti.

"Seungcheol" dedi sadece. Sesi titrek ve pürüzlü çıkmıştı. "Yanıma gelebilir misin? Sana ihtiyacım var" başka bir şey çıkmadı dudaklarından. Arama kapandı ve dakikalar sonra zil çaldı.

Jeonghan o an Seungcheol'a bir kez daha aşık oldu.










-
Bir brandon bir bu amk

Sikicem dalaginizi bobreginizi orospu cocukları

 cherry blossom -jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin