12

566 64 10
                                    

"Dikkat et kendine, bir şey olursa yine ararsın"

Jeonghan arabadan inmeden önce kafasıyla Seungcheol'u onayladı. "Merak etme beni" dedi. "Okuldan çıktıktan sonra şirkete de gelebilirsin. Ben senin eşyalarını toplatırım" Jeonghan sırıtmamak adına dudaklarını birbirine bastırdı. Onun böyle ilgili davranması içten içe hoşuna gidiyordu. Bunu yapmasının diğer nedenini biliyordu Jeonghan. Kendisi bir omegaydı ve hala bir alfa şiddetine maruz kalan omegalar vardı. Bir nevi koruyordu ama bu, Jeonghan'ın ondan hoşlanmaya devam etmesine engel değildi.

"Mingyu bugün şirkette olacak. Onu dövmen için güzel bir zaman bence" ikili gülüştüğünde Jeonghan teşekkürler ederek arabadan indi. Seungcheol'u gerisinde bırakıp okulun avlusuna girdiğinde bakışları kendisini bekleyen müdüre kaydı. Kadın gülümseyerek yanına gelmiş ve koluna girmişti. "Günaydın Han"

"Günaydın Bayan Lee"

"Öğrencilerin henüz gelmemişken biraz konuşalım" orta yaşlarındaydı. Boyu da ortalama olan bu kadın beyazlamaya başlamış saçlarını sürekli olarak alçak, küçük bir topuz yapıyordu. Giydiği kıyafetler genelde diz kapaklarına uzanan kalem etek, gömlek ve ceket oluyordu. Bazı zamanlarda sıkılıp pantolon giyen kadın aşırı güler yüzlüydü ve okuldaki herkes tarafından çok seviliyordu. Onu seven bir diğer kişi de Jeonghan'dı.

Odaya giren ikiliden yaşlı olan sandalyesine oturup masasının önündeki koltuğu gösterdi. Jeonghan oraya oturup merakla kadına döndü. "Arkadaşların senin anneni ziyarete gittiğini söylediler" dedi. Jeonghan dudaklarını birbirine bastırdı. "Olayın öyle olmadığı gözlerinden anlaşılıyor Han. O durumdayken bana haber vermeni beklemiyordum zaten. Kızmıyorum da. Sadece senin için biraz endişelendim. Her şey yolunda mı?"

Derince yutkunup gülümsedi ve kafasını sallayarak onayladı. "Özür dilerim" dedi. "Ve her şey yoluna girdi Bayan Lee. Benim için endişelenmenizi gerektirecek büyük bir şey yok" kadın gülümsedi. İkili biraz daha sohbet ettikten sonra Jeonghan odadan çıktı ve sınıfına doğru adımladı. Yüzündeki gülümseme gördüğü küçük bedenlerle büyürken içlerinden birisi koşarak kendisine gelmeye başlamıştı. Jeonghan eğilip küçük olanı kucağına aldı ve yanağına öpücükler kondurdu.

"Seni çok özledim Hannie. Neredeydin?"

"Annemin yanına gitmiştim Channie. Nasılsın? Neler yaptınız ben yokken?" koridorda yürürken sormuştu. Küçük olan düşünür gibi yaptı. "Yeni öğretmenimiz çok güzeldi ama sen daha güzelsin" kıkırdadı. "Adı neydi?"

"Myungho" duyduğu isimle kaşları hafifçe çatıldı. İsim çok tanıdık geliyordu ama kime ait olduğunu çıkaramıyordu. Diğerlerinin yanına geldiğinde öğrencileriyle birlikte sınıfa girdi. Velileri kısaca geçiştirip öğrencileriyle ilgilenmeleri gerektiğini söyledi ve kapıyı yüzlerine kapattı. Onları alsa anlamıyordu. İçlerinden sadece Chan'ın annesiyle uzunca konuşmuştu.

Saatleri yine öğrencileriyle geçmişti Jeonghan'ın. Yorulmuştu ama buna değmişti de. Dün yaşadığı her şeyi bir anda unutmuştu. Onlarla koşup oynamış, şarkılar söyleyip resimler yapmıştı. Şimdi ise Chan'a el sallayıp gidişini izliyordu. Annesinin yanağına öpücükler kondurup gülüyordu. Yüzünde oluşan gülümseme büyürken yanında duran araba ile korkarak o yöne döndü. Bedenini bürüyen korku gülümsemesini de yüzünden silmişti. Kalbi deli gibi hızlı atıyordu.

"Korkuttum mu?" duyduğu sesle kaşları çatıldı. "Evet" dedi. Arabadan inen bedenin özür dileyen bakışlarına maruz kalırken elini göğsüne atıp kalp atışlarını hissetti. "Üzgünüm, sadece yanıma sağ salim gelmeni istedim" Seungcheol'un söylediği şeyle kalbi daha da hızlandı. Bunu rahatça hissediyordu artık. "Kendim gelebilirdim Cheolie"

"Biliyorum ama o herife güvenmiyorum" kafasını eğdi ve gülümsedi kahve saçlı olan. "Anladım"

"Hadi gidelim o zaman, Mingyu bekliyor" dedi. Seungcheol ile birlikte arabaya binip şirketin yolunu tuttular. "Chan bugün normalinden daha enerjikti" Jeonghan söylediği şeyden sonra yola bakmaya devam etti. "Ailesinin o vakit ayırması iyi gelmiş. Sınıftaki herkesle durmadan konuştu" kıkırdadığında Seungcheol'un bakışları birkaç saniyeliğine ona döndü. "Ona fazla değer veriyorsun"

"Evet, tuhaf bir şekilde fazla benimsedim" dudaklarını birbirine bastırıp derince yutkundu. Kafasını eğip kucağındaki çantasıyla ilgilenmeye başlamıştı. Bir bebeğe sahip olma düşüncesi öyle çok da istediği bir şey değildi. Olursa olurdu olmazsa da yapacak bir şeyi yoktu ama Chan'dan sonra fikrinin değiştiğini hissediyordu. Özellikle de Seungcheol bu değişimde büyük rol oynuyordu. Baskın alfalar bu toplumun göz bebeğiydi ve onların spermleri her şeyden önemliydi. Evet bu Jeonghan'a iğrenç gelse bile öyleydi. Onlardan olacak çocukların baskın olma olasılığı ne kadar yüksekti bilmiyordu ama baskın alfaya sahip olmak her şeyden değerliydi. Onunla evlenecek omeganın mutlaka hamile kalması beklenirdi.

"Bir şey mi oldu?" Seungcheol'un sorusu ile kafasını kaldırdı ve boğazını temizledi. "Hayır" dedi yüzüne bir gülümseme yayarken. "Yoruldum sadece" diye ekledi. İkili şirkete vardığında birlikte Seungcheol'un odasına çıkmıştı. İçeride onları bekleyen Mingyu'nun bakışları büyüğüne döndüğünde ayaklandı ve oturduğu sandalyenin arkasına geçti. "Sen" Jeonghan'ın sinirlenince nasıl bir şeye dönüştüğünü gayet iyi biliyordu Mingyu. "Dün hangi cehennemin dibindeydin?"

"Telefon sessizdeydi, duymadım" Jeonghan kaşlarını çattı. "Ölebilirdim" dedi ona bir adım daha yaklaşıp. Mingyu ciddi bir ifade takınıp kaşlarını çattı. "Ne?" Jeonghan bu değişimi fark edip aynı şekilde ona baktı. "Ne demek ne?"

"Dün ne oldu?" bakışları Seungcheol'a döndüğünde Jeonghan da arkasındaki bedene baktı. "Anlatmadın mı?"

"Hayır"

"Neyi anlatmadı mı?" Jeonghan uzun olana döndüğünde Mingyu sandalyenin arkasından çekildi. "Siktir o herif" dedi sadece. Jeonghan bir şey demeyip nefesini dışarı verdi ve bakışlarını kaçırdı. "Ondan daha önce ayrılman gerekiyordu"

"Biliyorum ama bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim" Mingyu'ya bakmıyordu. Bakamıyordu çünkü onun haklı çıkmasından nefret ediyordu. Mingyu karşısında haksız durumda olmak, yanık tenli olanın bıkmadan usanmadan bununla dalga geçip suratına vurması demekti.

"Zaten onu dövdüm" dedi. "Dövdün mü?" kafa sallayarak onayladı. "Evet dövdüm. O orospu çocuğu aklınca beni korkutacağını sandı ama daha beni tanımıyordu" dedi. Odadaki Seungcheol'un vardığını hatırlayıp elini ağzına kapattı. "Üzgünüm" dedi. "Ama o gerçek bir orospu çocuğu" diye ekledi.

"Nasıl yaptın?"

"Bilmiyorum. En son hatırladığım şey saçlarından tutup sürükleyerek evden atmamdı" hatırladığı şeyle tüyleri ürperen Jeonghan kafasını iki yana salladı ve Mingyu'ya dönüp karnına yumruk attı. "Bu sana kızmadığım anlamına gelmez ama" karşısındaki beden eğilirken kaşlarını çattı. "Omega olan tek arkadaşın benim ve senin her an tetikte durman gerekiyordu. Bana böyle söz vermiştin"

"Gerçekten bilerek yapmadım Jeonghan" Mingyu doğrulup nefesini dışarı verdi. "Kendimi koruyamayan bir aptal olsaydım ne olacağını benden iyi biliyordun" uzun olan kafa salladı sadece. "Tek tesellim o an feromonlarını alamayışım" diye mırıldandı. "Yine mi Jeonghan? Neden kaçıp duruyorsun şu şeyden?"

"Nedenini söyledim" Mingyu göz devirdiğinde Jeonghan gülümseyip arkasında kalan bedene döndü. "Seungcheol gelmeseydi hastanede falan olurdum" dedi. "Vicdan azabı çekmemi istiyorsun" Mingyu'nun söylediği şeyle kafa salladığında Seungcheol sandalyesine oturmuş be uzun olana bakmıştı. "Çekmelisin de" dedi.

"Korkulur sizden" Jeonghan büyük odanın içinde gezinmeye başladığında anlamadığı çizimlerin önünde durup bakınmaya başladı. Yapılacak otel ve binaların taslaklarıydı bunlar ama sadece bunu anlamıştı. Çok karışık duruyorlardı. "Seungcheol'un yanında kalacağım" dedi. "Jeyoung beni salana kadar" Mingyu "iyi" diyerek oturan arkadaşına döndü. Yüzündeki sırıtışı görmeyen Jeonghan hissetmiş gibi ona baktı.

"Sırıtma" dedi kaşlarını çatıp. "Seninle kalabilirim"

"Seungcheol iyi bir seçenek"







-
Bence de

 cherry blossom -jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin