Merhaba sevgili okuyucularım,
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Hayat size nazik davrandı mı bu aralar? Bana sorarsanız, iyiyim ama biraz garip bir ruh hali içindeyim. Süveyda'nın hikayesi sona yaklaşırken, her kelimeyi yazmak biraz daha ağır geliyor. Hani bir vedanın henüz gelmediğini bilirsiniz ama her adımda o veda biraz daha yakındır ya... İşte tam da öyle bir yerdeyim.Bazen düşünüyorum da, Süveyda'nın hikayesini yazarken aslında kendi içimde bir yolculuğa çıkmışım. Her cümle, her duygu, kendi ruhumun aynasında bir yansıma gibi. Ve şimdi bu hikayenin sonuna doğru yaklaştıkça, içimde tatlı bir burukluk var. Ama hemen endişelenmeyin! Final henüz gelmedi.
Ah, bu arada bir de sürprizim var! Süveyda'nın hikayesi tamamlandığında sizi yepyeni bir dünyaya götürmek istiyorum. Mihrimah'la tanışmaya hazır mısınız? Onun hikayesi, Süveyda'dan çok farklı. Ama bir o kadar da derin. Umarım onun da yolculuğuna aynı sevgiyle eşlik edersiniz.
Şimdi gelin, Süveyda'nın yolculuğunda bir adım daha atalım. Çünkü her sona biraz daha yaklaşmak, aslında kendimize yaklaşmaktır.
Keyifle okuyun ve yıldıza basmayı unutmayın olur mu?
"Ben seni, saçlarının beyazladığı günü
görmek isteyecek kadar delice..."
Tahir...
Zaman, keşke o bir saat öncesinde asılı kalsaydı. Öyle bir an ki, her saniyesi kalbime kazınmış, gülüşünün sıcaklığı, kıskanç bakışlarının dokunuşu hâlâ damarlarımda dolaşıyordu. Eğer zamanın çarkını geri döndürme gücüm olsaydı, yalnızca o anın içinde yaşamak için her şeyimi verirdim. Allah'ım, kabul eder miydi dualarımı? Bilmiyordum. Ama etsin istedim. Her şey, o gülüşün etrafında yeniden can bulsun, dünya onun nefesiyle yeniden dönmeye başlasın istedim. Şimdi ise öylece cansız yatıyordu ki, sanki kalbime bir avuç cam kırığı saplanıyordu. Her nefeste daha da derine, daha da acıtarak...
****
"Süveyda..." diyerek çığlık attı ruhum, ama dudaklarımdan yalnızca fısıltı döküldü. Gözlerimin önünde sendeleyip yere doğru savrulurken, nasıl bir hızla yerimden kalktığımı ya da aramızdaki mesafeyi nasıl kat ettiğimi hatırlamıyorum. Önemli olan tek şey, ona ulaşmaktı. Defne, düşmesini engellemeye çalışırken bile Süveyda'nın koluna sımsıkı tutunmuş, onu ayakta tutmanın imkânsız mücadelesini veriyordu.
Bir anda her şey durmuş gibi oldu. Kalabalığın tüm bakışları Süveyda'ya çevrildiğinde zaman garip bir şekilde ağırlaştı. Hiçbir ses tam anlamıyla duyulmaz, hiçbir hareket net bir şekilde seçilmez olmuştu. Gözlerimi bir an bile Süveyda'dan ayırmadan ona ulaştım. Nabzını kontrol ederken ağzımdan dökülen kelime, kendi yankımı dahi ürküttü.
"Nabız yok..."
Yutkundum, içimde yükselen panik nefesimle boğuşuyordu. O an Yunus yanımdaydı. Süveyda'nın adını tekrar tekrar haykırışı, çaresizliğin ete kemiğe bürünmüş hâliydi. "Açılın! Hava gelsin!" diye bağırdığımda, kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Ama tüm bu sesler arka plana itilmişti, benim tek odağım, kucağımda hareketsiz yatan Süveyda'ydı.
"Süveyda," dedim bir kez daha, ama bilinci kapalıydı. Ellerim titreyerek yüzüne dokundu, ardından yeniden fısıldadım, "Süveyda'm..." Sesimdeki çatlaklık kalbimin paramparça oluşunu ele veriyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜVEYDA
Ficção GeralYerimden doğrulup ona doğru yaklaşırken parmakları parmaklarımı daha sıkı kavrayıp hızlı bir hamleyle beni kendine doğru çektiği o an... "O senin bana dert bildiğini ben hiçbir dermana değişmem Süveyda. Bütün derdim sen ol yeter ki, ben o derdi se...