3. Bölüm [Kaderin Ağları]

3.8K 343 20
                                    

Güneş ufuk çizgisi üzerinde ağır ağır yükselmekte, umut dolu parlaklığıyla yeni bir günü başlatmaktaydı. Torgen topraklarından Soreln topraklarına giden engebeli yolda iki kişinin çektiği at arabası bir umudu kovalarcasına süratle ilerliyordu. Kuzeye doğru ilerledikçe hava soğumaya, rüzgar daha sert esmeye başlamıştı. Kuzeyin İncisi Soreln topraklarını heybetli duruşlarıyla süsleyen kadim Walereth Dağları'nın zirveleri her zaman olduğu gibi karla kaplıydı. Halk hikayelerinde dahi adı geçen, Sorelnlilerin kutsal kabul ettiği dağlardı Walereth Dağları. İnanışa göre Fani Dünya'da oluşan ilk dağlar Walereth Sıradağları'ydı. Birçok kralın kılıcı Walereth Dağları'ndan çıkartılan demirden yapılmış, yine bu topraklardan çıkartılan kadim taşlarla efsunlanmıştı. Dinlemesini bilene anlatacak çok şeyi vardı Walereth Dağları'nın ve en büyük hikayesi ise henüz yazılmaktaydı.

"Ne kadar yolumuz kaldı? Çocuk kötüleşiyor." Mirith kafasını hareket etmekte olan arabanın ufak penceresinden çıkartıp ön tarafa seslenmişti.

"Viljad Surları görüş alanımıza girdi. Öğle vakitlerinde orada oluruz," diye yanıtladı onu Ruthern.

Ruthern'in cevabı üzerine genç hizmetkar başını yeniden içeri soktu. Çocukla ilgilenirken farkına bile varmadan üstü başı kan olmuştu. Açık renkli elbisesindeki kurumuş kan lekelerine bakarak sıkıntılı bir nefes verdi. Çocuk hemen karşısında, ihtiyarın kucağında yatıyordu. Yüzü öylesine solgundu ki ölüp ölmediği konusunda sık sık tereddüt yaşayıp kontrol etmek zorunda kalıyordu.

"Zavallı çocuk. Surlara kadar yetişemeden ölüp gidecek diye ödüm kopuyor."

Soreln Krallığı'nın elçisi olan yaşlı adam dua etmekte olduğundan herhangi bir şey söylemedi. O da en az diğerleri kadar endişeliydi ancak yetmiş iki ömründe en sevdiği kişiler de dahil birçok ölüm görmüş oluşu onu daha soğukkanlı kılıyordu. Doğum kadar ölümün de olağan olduğunun bilincindeydi.

Durdurmaya kimsenin gücünün yetmediği zaman, su misali akıp giderken aradan birkaç saat daha geçmişti ki çocuğun durumu aniden kötüleşti. Vücudu giderek soğuyor, nabzı zayıflıyordu. Prenses ve koruması durumu haber alınca arabayı aceleyle durdurup aşağı atladılar ve arka tarafa geçtiler.

"Nabzı giderek düşüyor majesteleri."

Aerith elini çocuğun kireç gibi beyaz yüzüne dokundurdu. Öylesine soğuktu ki endişeden kalbi küt küt atmaya, kış günü soğuk terler dökmeye başladı. Bu görüntü, bu his ona çok tanıdıktı.

"Onu aşağı indirelim," dedi panikle. "Biraz temiz hava alsın."

Aerith'in isteği üzerine çocuğu aşağı indirdiler. Toprak soğuk ve nemliydi ancak Aerith buna aldırış etmeden yere çöküp çocuğun başını kucağına yerleştirdi. Elbisesi yerleri süpürüyordu.

"Dayanmalısın. Dayanmalısın."

Aerith çocuğun cılız bedenine sarılıp ileri geri ağır ağır sallanırken diğerleri onun bu halini hüzünlü bakışlarla seyrediyordu. Kimsenin bir şey söylemeye cesareti yoktu. İçlerinde Aerith'i en iyi tanıyan ihtiyar Vipin'di ve o da Aerith'in küçük çocuklara karşı ne denli yufka yürekli olduğunu iyi bilirdi. Bundan yıllar önce Aerith'in erkek kardeşi Loden, av sırasında yaralanıp ölmüştü ve Aerith, annelerinin ölümünün ardından birbirlerine daha da sıkı bağlandıklarından bunun acısını hiçbir zaman atlatamamıştı. İhtiyar, prensesin bu çocuğu kurtarmayı neden bu kadar istediğini anlayabiliyordu. Belli ki onda kardeşini görüyor, aynı sonu yaşamak istemiyordu.

İhtiyar, Aerith'in gözlerinden yaşlar süzüldüğünü görünce elini yavaşça prensesin omzuna koyup konuştu.

"Bazı hayatlar için ölüm bir kurtuluştur, majesteleri."

BİR ZAMANLARIN KRALLIĞI: Bereket ÇağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin