Viljad Surları'nın soğuk taş duvarlarına çarpan güneş pencereden içeri süzüldüğünde çocuk derin bir uykudan uyanırcasına gözlerini yavaşça araladı. İlk başta bulanık olan görüşü yavaş yavaş netleşti ve ayırdına varabildiği ilk şey, kendisine bakmakta olan genç ve güzel bir kadın oldu. Beline kadar gelen dalgalı siyah saçları, buz mavisi gözleri, beyaz teni ve yay gibi uzanan kaşlarıyla kendisine tamamen yabancı olan bu yüz karşısında irkilip doğrulmaya çalıştıysa da genç kadın onu durdurdu.
"Yaraların iyileşene dek yerinden kalkmamalısın."
Çocuk çaresiz bir biçimde tekrar yattığı yere gömülürken olan biteni hatırlamasıyla birlikte yeniden kalkma girişiminde bulundu.
"Bırakın beni! Köyüme dönmek istiyorum!"
Prenses Aerith, çocuğu bir kez daha yatmaya zorladıktan sonra sakin bir sesle konuştu. "Şu anda Soreln topraklarındasın. Bulunduğumuz bu yer Viljad Surları."
İşittikleriyle birlikte çocuğun yüzünde daha da endişeli bir ifade belirdi. Babasından aldığı mavi gözleri adeta bir alev gibi parlıyor, kalbi küt küt atıyordu.
"Beni buraya neden getirdiniz?" Çocuğun ses tonunda öfkeden çok hayal kırıklığıyla karışık endişe seziliyordu.
Genç kadın kendini güvende hissetmesini istercesine yatıştırıcı gözlerle çocuğa baktı. "Yaralıydın. Hatta ölmek üzereydin. Seni buraya tedavi etmek için getirdik. Merak etme, iyileştikten sonra dilediğin yere gitmekte özgürsün."
Çocuk bir süre sessizliğini korudu. Neler olduğunu hatırlıyordu hatırlamasına ancak birçok şey silikti ve bazı yerleri doğru hatırlayıp hatırlamadığından emin olamıyordu. Zihnindeki en belirgin görüntü ağzından, burnundan ve gözlerinden kanlar fışkıran adamın o haliydi. Bunu istese bile unutamıyordu. Hatırladığı diğer şeylerse; kendine geldiğinde yabancı birilerinin onu at sırtında bir yere götürmekte olduğu, boğuşma sesleri ve kendini kurtarmak için kaçma girişiminde bulunduğu sırada baldırıyla sırtında hissettiği acıyla birlikte yere kapaklanışıydı.
Çocuğun kendiliğinden konuşmasını bekleyen Prenses Aerith, eğer beklemeye devam ederse bunun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğine karar kılarak dudaklarını araladı.
"Kim olduğunu söylemeyecek misin?"
İşittiği bu sözler, çocuğun zihninde adeta bir şimşek çakmasına ve bir şeyler daha hatırlamasına neden oldu. Iveur ona lanetli olduğunu, tüm Torgen topraklarına hatta bu toprakların da ötesine lanet getirecek olan o kişi olduğunu söylemişti. Aynı sözler kulaklarında yankılanınca irkilip gözlerini sıkıca kapattı. Khala onu altı yıl boyunca kimseyle görüşmesine izin vermeden bir mağarada büyütmüştü. Bunun gerçek sebebinin ne olduğunu merak ediyordu. Hakkında söylenenler doğru olabilir miydi? Her ne kadar kötü biri olsa da bir adamın kanlar içinde ölmesine sebep olmuştu. Bunu nasıl yaptığını bile bilmiyordu ama sonuçta yapmıştı ve bu da Iveur'un sözlerini doğruluyordu. Gözlerini sıkı sıkı yumduğu o anda, kendisinin lanetli ve kötücül biri olduğuna neredeyse tamamen inanacaktı ancak Khala'yı hatırladı. Khala'nın ona karşı bakışlarında daima sevgi ve merhamet olmuştu. Kendisine hiçbir zaman kötü biriymiş ya da bir lanetmiş gibi bakmamıştı. Öyleyse neden farklıydı? Nasıl olmuştu da birinin acı çekerek ölmesine sebep olmuştu?
Tüm bu düşüncelerin içinde kaybolup gitmişken elinin üzerinde hissettiği soğuk dokunuşla birlikte irkilip gözlerini açtı.
"İyi misin? Ellerin titriyor." Genç kadının yumuşak ses tonu çocuğu bir nebze olsun kendine getirdi ancak hala titriyor ve korkuyordu.
"Ben..." diye mırıldandı titreyen dudaklarının arasından. "Kötü biri olabilirim. Yardımını hak etmiyor da olabilirim. Hatta belki de ölmem gerekiyordur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ZAMANLARIN KRALLIĞI: Bereket Çağı
Fantasy~ WATTYS 2023 BÜYÜK ÖDÜL KAZANANI ~ Yüzyılda bir kez yaşanan ve ruhlar dünyasının kapılarının açıldığı Dhura gecesinde Aris isimli bir erkek çocuk dünyaya gelir. Yıllardır kemikleşmiş inanca göre Dhura gecesi doğan çocuklar lanetlidir ve öldürülmel...