Prenses Aerith, Aris'i konuşturmak ve onu biraz olsun rahatlatmak adına sarayın arka bahçesine çıkarttı. Oldukça geniş bir alana yayılan bahçede bir patika gibi uzanan taş yolda ağır ağır yürüyorlardı. Bulundukları yerden ulu Walereth Dağları görünüyor, eşsiz bir manzara sunuyordu. Gökyüzü masmaviydi.
İkilinin arasındaki sessizlik prensesin girişimiyle sona erdi.
"Bir süre önce erkek kardeşimi kaybettim."
Aris başını kaldırıp prensesin yüzüne baktı. Öylesine üzgün görünüyordu ki ne diyeceğini bilemeyip sessizliğini korumayı tercih etti.
"Neden bilmiyorum ama seni onun yerine koydum Aris. Zarar görmeni istemiyorum ancak Torgen topraklarına geri döndüğün taktirde seni koruyamayacağım bir gerçek."
"Beni korumayın. Belki de ölmemin daha iyi olacağını söylemiştim size."
Prenses Aerith durup elini Aris'in omzuna koydu. Dokunuşu sıcaktı. Gözleri şefkatle Aris'e bakıyordu. "Neden böyle söylediğini anlayamıyorum. Lütfen bana karşı dürüst ol."
Aris derin bir nefes alıp başını yere eğdi. Canı dışında kaybedecek bir şeyi kalmadığından olan biten her şeyi hiçbirini es geçmeden prensese anlattı. Khala'nın onu tam altı yıl bir mağarada büyütüşünü, Şafak'ın yarasını iyileştirişini, Iveur'un kendisine söylediği sözleri ve kanlar içinde ölmesine sebep olduğu adamı. Bunları anlatırken Aerith'in yüzüne bakmaya utanmıştı. Duyduğu bu şeylerden sonra kendisine aynı şefkatle bakmayacağını düşünüyordu. Hatta belki kendisini zindana bile attırabilirdi ancak düşündüğü gibi olmadı. Prenses yere çöküp Aris ile aynı hizaya geldi ve eliyle Aris'in çenesini tutup nazikçe başını kaldırdı. Gözlerinde hala aynı şefkat vardı.
"Farklı olman seni bir canavar yapmaz Aris." Sözlerinin tesirini görmek için Aris'in gözlerine bakıp bir süre bekledikten sonra konuşmasını sürdürdü. "Sen özel bir yetenekle doğmuşsun. Bu bir lanet değil, bir hediye. Eğer sahip olduğun şeyi bir lanet olarak görmeye devam edersen işte o zaman gerçekten lanete dönüşür. Sahip olduğun şeyin bir hediye olduğuna inanırsan, bu hediyeyi en iyi şekilde kullanmak adına elinden geleni yaparsın."
Aris daha önce hiç böyle düşünmemişti. Bu sözler içinde kendisine karşı duyduğu öfke ve nefreti tam olarak sonlandırmasa da büyük ölçüde azaltmıştı.
"Ama kontrol etmeyi bilmiyorum," diye mırıldandı.
"Bu konuda sana yardımcı olabilecek birini tanıyorum. Eğer kabul edersen seni onun yanına yollayabilirim."
Aris tereddütle başını eğdi. Gitmek istediği tek yer köyüydü ancak prensesin sözlerinde de haklılık payı olduğunu düşünüyordu. Şu halde köye dönmesi, hiç istemeden sevdiklerine zarar vermesine de sebep olabilirdi. Sahip olduğu bu şey her ne ise onu kontrol edebilmeyi öğrenmesi gerekiyordu.
"Gideceğim yer bu saraydan uzakta mı?"
Prenses, Aris'in teklifi değerlendirmekte olduğunu görünce sevinse de ciddiyetini koruyup bunu belli etmekten kaçındı.
"Neden? Burayı sevmedin mi yoksa?"
"Hayır. Burası insana kendini yapayalnız hissettiriyor."
Prensesin yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. Yıllardır hissettiği şeyi buraya henüz yeni gelmiş küçük bir çocuğun ağzından duymak tuhaf gelmişti. Haklıydı. Atılan tek bir adımın, oturup kalkmanın dahi bir prosedüre göre ilerlediği bu sarayda insan kendini yapayalnız hissediyordu.
"Merak etme. Teklifimi kabul edersen buradan uzakta olacaksın. Hagmar batıda, Karaçam Ormanları civarında yaşar."
"Hagmar?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ZAMANLARIN KRALLIĞI: Bereket Çağı
Fantasía~ WATTYS 2023 BÜYÜK ÖDÜL KAZANANI ~ Yüzyılda bir kez yaşanan ve ruhlar dünyasının kapılarının açıldığı Dhura gecesinde Aris isimli bir erkek çocuk dünyaya gelir. Yıllardır kemikleşmiş inanca göre Dhura gecesi doğan çocuklar lanetlidir ve öldürülmel...