29. Bölüm [Düello] 1. Kısım

1.6K 196 11
                                    

Neler getireceği merakla beklenen yeni yılın ilk günleriydi. 695 yılına girilmişti. Hava soğuk ve buhranlıydı. Kar, başta Soreln olmak üzere kışın yaşandığı tüm toprakları beyaz bir örtüyle kaplamış; birkaç ay sürecek olan hakimiyetini kurmuştu.

Aris Torgen'in kokuşmuş zindanına tıkılalı neredeyse iki hafta oluyordu. Ziyaretine ne gelen vardı ne de giden. Büyücüye hem kızgın hem de kırgındı ancak içten içe gelmesini beklemişti. Bir şey söylemese, öylece dikilse dahi gelmesini dilemişti. Ne var ki gelmemişti. Bu durum Aris'in içindeki öfkeyi, kırgınlığı ve bu iki duygunun birleşmesiyle ortaya çıkan kinini kuvvetlendiriyordu. Ustasının ona bu şekilde sırt çevirmesi, ondan ümidini kesmesi ve zindana kapatılmasına neden olması Aris'in şimdiye dek maruz kaldığı en ağır şeydi.

Öte yandan, ihtiyar büyücü Aris'ten vazgeçmiş değildi. Evet, görünüşte ona ihanet etmişti ancak amacı Aris'i denetim altında tutmak ve onu kendinden korumaktı. Neden böyle olması gerektiğini Aris'e açıklayamıyordu, bu şimdilik mümkün değildi ancak Aris'in Kara Sanat'ı kullananlarla henüz gizemini çözemediği bir bağı vardı. Tam da bu sebeple Aris'i gözetim altında tutmaları gerekiyordu. 

Aslında birkaç kez Aris'i ziyaret etmek için zindanın bulunduğu kata kadar inmiş ancak çırağıyla yüzleşmeye cesareti olmadığından ayakları onu geri götürmüştü. Bir kez gözlerindeki hayal kırıklığını gördüğünden o buz mavisi gözlere tekrar bakabileceğini sanmıyordu. En azından bir süreliğine.

Aris, toz ve pislik içindeki zindanda gün ışığını görmeden geçiriyordu günlerini. Zindanın havası soğuk ve rutubetliydi. Mahkumların bakımsızlıktan ve soğuktan boğuk boğuk öksürüşleriyle, zindanın kapılarının ara sıra açılıp örtülmesi sonucu çıkan metalik ses dışında hiçbir ses yoktu. Hayattan da yaşamaktan da ümidin kesildiği bir yerdi burası. Mahkumların bir kısmı kendilerine verilecek cezayı bekliyor, bunun demir parmaklıklar ardına tıkılıp özgürlükten alıkonmak mı yoksa ölüm mü olacağını kestirmeye çalışarak tüketiyorlardı zamanlarını. Cezası çoktan belirlenmiş olanlar ise ya infazlarının gerçekleşeceği günü ya da affedilip özgürlüğe kavuşacakları günü bekliyorlardı.

Kimisi hırsızlıktan ya da bir soyluyu dolandırmaktan dolayı demir parmaklıkların ardındayken kimisi de karıştığı bir kavganın sonucunun ölümle bitmesi sebebiyle burada bulunuyordu. İçlerinde iftira sonucu buralara düşmüş olanlar da vardı. Aris'in durumu ise tamamen farklıydı. Aris işlediği bir suçtan ya da günahtan ötürü değil - iftiradan bile değil - kendisi olduğu için buradaydı. Tek suçu Aris olmaktı.

İnsanın kendini kapandaki bir fare gibi hissettiği bu yerde Aris'in hücresinde uzun bir süredir küçük, miskin bir örümcek dolanıyordu. Zindanın soğuk taş duvarları arasındaki ufak bir boşluğa yuva yapmıştı. Büyük bir ustalıkla ördüğü ağının üzerinde çoğu zaman hareketsiz bir biçimde asılı duruyor, ara sıra Aris'in küçük hücresinde keşfe çıkıp yiyecek bir şeyler aradıktan sonra tekrar yerine yerleşiyordu. İlk başlarda Aris onun varlığından rahatsız olmuş ve uyurken üzerinde gezinebileceği endişesiyle rahat uyuyamamıştı ancak şimdi, bu küçük örümceğin varlığı ona ilaç gibi geliyordu. Bir süredir tek dostu bu örümcekti. Ona bir isim bile vermişti: Suskun.

Zindanın soğuk zemininde giderek yaklaşan birtakım ayak sesleri duyulduğunda Aris, Suskun'un ördüğü adeta bir sanat harikası olan ağı incelemekteydi. Yeri pat pat döven ayak sesleri gelip hücresinin önünde durduğunda bunun kendisine yemek getiren gardiyan olmadığını anlamasına rağmen başını çevirme zahmetine girmedi. Yemek getiren gardiyan çok daha ağır yürür ve fazla gürültü çıkartmazdı. Üstelik, her ne kadar güneş ışığını göremese ve zamanı kestiremese de henüz yemek vakti olmadığını biliyordu.

BİR ZAMANLARIN KRALLIĞI: Bereket ÇağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin