Sınıftakilerin canı sıkıldığı için bize sardıkları bölüm
YGS'den LYS'ye kadar üç gün geçti. Yani tarihler birbirinden dört ay kadar uzaktaydı ama bence öyle değildi işte. YGS'ye üç gün önce girmiştik mesela. LYS'nin başvurusunu da iki gün önce yaptık. Sınava çalışmam için sadece bir günüm vardı ve o da dündü. Bugün de karne alıyorduk. Sınav yarındı. Belki de araya giren onca zaman mesafesi, bana böyleymiş gibi hissettiriyordu ama okula, on ikinci sınıfın son gününde tek başıma girdiğimde de farklı hissedemiyordum.
O günü çok iyi hatırlıyordum çünkü kolumu arı sokmuştu.
Önce ona gelelim.
Önceki gün, artık LYS geldiği için, kendi içine bürünmeyi sıklaştıran Eser'le konuşmayı, akşam on gibi kesmiştim. Ben de telefonumu elimden bırakıp çalışmaktan nefret ettiğim Coğrafya dersinin herhangi bir konusuna dönmüştüm. Yaklaşık bir yirmi dakika sonra da Tarih, Felsefe ve Din Bilgisi arasında dönüp kafamı allak bullak etmiştim ama çaktırmamaya çalışsam da aslında paniklemiştim.
Her ne kadar, Eser'in ortadan kaybolduğu zamanlarda çalışma masasının başına geçsem de aslında geçirdiğim zamanın ve önüme aldığım dersin verimli olduğuna inanamıyordum. Aslında sadece en azından yapıyorum demek ve dedirtmek için uğraşıyordum çünkü her ne kadar aklımda sözelden bir bölüm olsa da hangi şehir tutarsa oraya gitmek gibi bir olasılığı değerlendiriyordum. Aslında kafam çok daha karışıktı ve bütün sorumluluğu sonraya bırakmıştım. Sınav sonucuna göre ne yapmam gerektiğine o zaman karar verecektim.
Az da olsa bunu düşünerek rahatlıyordum ve hayata, zamana ve gidişata ayak uydurabiliyordum. Bu yüzden sabah erken uyanacağım bahanesiyle yatakta, karanlıkta oyalandım. Sonunda uyuduğumda saat kaçtı bilmiyordum. Tam okul saatine yakın bir vakitte uyandığımı fark ettiğimde her ne kadar son gün de olsa geç kalacağımdan korkmuş ve hızlı hareket edeceğim diye hiçbir yere bakmamıştım ama odada yalnız değildim.
Artık nereden ve nedense odama giren ve hatta nevresimin arasında saklanan bir arı da vardı.
Birkaç saniye içinde kendini öldürmüştü, ona doğru yaslandığım kolumu sokarak.
Aptal hayvan.
Acıdan ve daha kim olduğumu bile bilemediğim bir mahmurluktan ağlaya yazarak ayaklandım. Kapıyı hızla açıp kendimi odamdan dışarı attığımda aradığım kişi annemdi. Mutfakta, yarısını kurduğu masayı topluyordu ve aceleci tavırlarıma kaşlarını çatarak karşılık verdi.
"Kolumu arı soktu." dedim, dudağımın büzülmesini engelleyemeden. Kolumu anneme gösterdim.
"Sabah sabah, nerede buldun arıyı?" Aslında sesindeki şaşkınlığı anlayabiliyordum, canım yanmasa ben de şaşkınlıkla gülerdim ama kendimi tutamadım. "Ne bileyim, girmiş odama!" Annem, dudaklarını birbirine bastırırken kolumdan tuttu ve beni masaya oturttu. "Yarı zamanlı pamuk prenses miyim ben? Ne işi var odamda ya?"
Annem, sinirden gülüyordu ve burnumu çekmeye başladığımda bana bir tane küp şeker uzattı.
"Bastır oraya." dedi, buzdolabına doğru giderken. Yoğurt kovasını çıkardığında ağlamamaya çalışıyordum ama canım o kadar çok yanmasa da hem tiksinmiş, hem korkmuş hem de anlayamamıştım çünkü cidden, ne işi vardı odamda?
Annem, birkaç dakika sonra yanıma geldi ve küp şekeri, şişlikten kaldırdı. Biraz inceledikten ve hafifçe sıktıktan sonra iğnenin içinde olmadığına karar verdi ama yine de yoğurttan biraz sürdü. Ben de bu sıra, dikkatimi dağıtmak için telefonumu getirdim ve Yavuz'a yaralandığımın haberini verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arılar ve Erkekler
Подростковая литератураilk kelime: 11 aralık 2022 son kelime: 26 ekim 2024 *dikkat! bu bir çocukluk aşkı hikâyesi değildir* "Yoyo: Dikkat et, sağında arı var. Kendimi tutamadan sağ tarafımı kontrol ettim. Telefonuma döndüğümde homurdanıyordum. Ben: Evet, solumda da sen...