32

237 30 84
                                    

Bir buçuğuncu kez daha gözümün döndüğü bölüm 

Yavuz'un karnesi, ellerinin arasında, olabildiğince yuvarlanmış bir sopa gibi duruyordu. İki avucuna yasladığı kâğıdı, parmaklarının arasında gezdiriyor, onunla oynuyor, yıpratıyordu. Gözleri, karşıda bir yerlere dikiliydi. Hafifçe aralık gözlerinde boş ve anlamsız bakışlar vardı. Soluk yüzü asıktı ve boynundan yanağına kadar uzanan kocaman, kırmızı bir beş parmak izi vardı. Eve gidene kadar söneceğini umuyordu ama ben sanmıyordum.

Sabahtan beri ağlıyordum. Saatlerdir ağlıyordum. Tamam, her insan gibi ben de ağlardım ama hayatımda ağlamanın en çok suyunu çıkardığım gün, o gündü. Gözlerim acıyordu, kızarıklar mıydı emin değildim ama şiştiklerini hissediyordum. Burnumu çekip duruyordum. Neyse ki yolda, Yavuz'un aklına, bir bakkala girip bir paket mendil almak gelmişti de ara sıra sümkürüp rahatlayabiliyordum. O ne düşünüyordu bilmiyordum ama ben, ikimiz de parkın en uzak köşesinde bir banka otururken beynimin önemli bir kısmının mukusla dolduğundan endişe ediyordum.

Uyuşukluğun sebebinin bu olduğunu düşünüyordum.

Dakikalardır oturuyorduk. Okuldan sonunda karnelerimizi de alıp çıktığımızda Eserlerle sözleştiğimiz yere gelmek için beraber yürümüştük ama tek kelime etmemiştik. Yavuz, bir şeyler düşünüyordu. Kendi içine iyice gömülüyordu. Ben bir şeyler hissediyordum ve yapabildiğim tek şey, tüm yaşananları aklımdan çıkarmak için etrafıma bakmaktı.

Elimde, iki parmağının ucunda düzgünce tuttuğum karnem vardı. İçinde, sınıftaki herkesin kolaylıkla aldığı turuncu desenli bir belge vardı. Üstünde ismim yazıyordu. Ne kadar umurumdaydı, tartışılırdı aslında ama uzun zamandır belge almamıştım ve açıkçası, yaşadıklarım ne kadar bunu gölgelese de iki kâğıdın da kırışmasını istemiyordum.

"Acıyor mu?" dedim, burnumu çekmeyi ihmal etmeyerek. Yavuz göz ucuyla bana baktı. "Hayır," derken kelimesi telaşsızdı.

"Bir şey olmayacak." diye devam etti sessizce. "Esip gürlediklerine bakma. Akşama unutacaklar, zaten mezun olduk. Kimsenin sikinde değiliz."

Başımı hızla salladım. "Biliyorum."

"O zaman neden ağlıyorsun hâlâ?" Yavuz'un ani yükselişi, ikimizin arasındaki zamanı duraklattı. Daha fazla gerginlik ve bağrıştan yorulduğumu hissediyordum ve hıçkırdım.

Gözlerimi onun üzerinden çekip az ötedeki spor aletlerine çevirdim. Görüş alanım bir kez daha bulanıklaşıyor ve yüzüm buruşuyordu. "Bilmiyorum." dedim, terslemek isterdim ama sesim çok üzgün çıkmıştı. "Benim kolumu sabah arı soktu, tamam mı? Bağırma bana!"

Yavuz, bir an dursa da iç çekerek bankta yanıma kaydı. Kolu, arkamdan bankın sırtına uzandı. Gözleri, refleksle tuttuğum kolumdaydı. "Acıyor mu?" dedi, usulca. Bir anda yükselmesi ve hemen ardından alçalması, hiç hayra alamet değildi. "Bakayım mı bi'?"

Kolumun iç kısmını açıp, küçük, kırmızı, hafifçe şişmiş deliği gösterdim. Kediyle ilgili malum deyişi söyler, beni sinir eder sanmıştım ama öyle yapmadı. Başını hafifçe eğdi, dikkatlice koluma baktı, kaşlarını çatmıştı ve gözleri gözlerime değdiğinde kilitlendik.

"İğnesi yok." dedi ilgiyle. "Annen mi çıkardı, yoksa zaten zehrini hiç akıtamamış mı?"

"Annem göremediğini söyledi," diye cevap verdim. Yani, evet biliyorum, akrep sokmadı, yılan sokmadı, kartal falan kapmadı kolumu ama arı da çok korkunç bir hayvan, tamam mı? Hem zehri var. Yani arı zehri bir insana ne kadar zarar verir, bilemiyorum ama eşek arısından bahsetmeyelim yani. Bunlar tehlikeli hayvanlar, sadece sabah uyanıyorsunuz ve odanızda, yatağınızda, nevresiminizin arasında beliriveriyor. Anlatabiliyor muyum? Daha fazla tartışmayacağım.

Arılar ve Erkekler | TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin