24 (3. Kısım)

251 37 60
                                    

"Birisine ihtiyaç duymam zayıf olduğum anlamına gelmez!.. Anladın işte!" bölümü -3-

Yavuz'dan beklediğim mesaj, tam otuz iki dakika on dokuz saniye sonra geldi. O zamana kadar ben, şunu yaptım:

Hiçbir şey.

Önce, en başından beri benden tek cevap almamasına rağmen yine de benden son bir cevap almayıp ortalıktan kaybolan canım arkadaşım Yavuz'a, içimden, bolca söverek öylece oturdum yatakta. Daha sonra telefonuma birkaç parmak kımıldatmasıyla aynı sinyalleri göndermeye devam ettim ki bu sefer işe yaramadığı için yaptığım son el hareketinden bahsetmek istemiyorum. Bunun yıkıklığıyla uzun zamandır yapmadığım bir şey yaparak kendimi yatağa bıraktım ve bacaklarımı duvara doğru uzattım. Gözlerimi tavana diktiğimde tüm dikkatim telefonumdan gelecek mesaj sesindeydi.

Çok geçmeden ayağa kalksam da odada attığım birçok turdan sonra da pek başarılı olamadım. Bir süre sonra yürümekten yorulup yatağa yeniden oturdum ama gözüm telefondan ayrılmadı.

Tam olarak otuz iki dakika on sekizinci saniyede kendimi yere bırakmıştım ve yüzümün yarısını yatağıma yaslamıştım. Telefon başımın ucundaydı ve ellerim kucağımdaydı. O an için endişelenmeye çok da ihtiyaç duymadığım bu dalgınlık, mesaj sesimin beni hızla yerinden etmesiyle sonlandı.

Yoyo: Beni içeri al. (22.33)

Tanıdık ve beni şimdiye kadar birden fazla duyguyla baş başa bırakan, sıradan bir mesajdı aslında. Çok eskiden, o, tüm gün dışarıda oynadığımız için kirlenen tişörtünü bile çıkarmadan yanıma yeniden geldiğinde aşağıdan adımı bağırırdı. Çocukken çok mu kıymet bilmezdik, bilmiyorum. Adımı ne zaman duysam ya sinirlenir, ya sıkılır, ya da umursamazdım. Sonunda sokağın ortasında, tüm apartmanın önünde, Cırcır diye bağırırdı, sesindeki cüretkâr sinire ben de sinirlenir ve kafamı camdan uzatıp "NE!" diye terslerdim onu. Küçükken daha az güceniyorduk herhalde, kaşlarını çatıp o da beni terslerdi. "Aç kapıyı!" derdi sinirle, "Beni içeri al."

Söylene söylene aşağı inip kapıyı ona açtığımda sinirli olmazdı ama. Bana artık ne diyecekse ya da ne gösterecekse direkt konuya girerdi ve ben de o kadar merdiven inmiş olmanın sinirini unutur, dediklerine dikkatimi verirdim.

Sonra biraz daha büyüdük. Birbirimize anlatacaklarımız ve göstereceklerimiz çoğaldı, azalır gibi geliyor aslında ama çoğalıyor işte. Çalmak zorunda olduğumuz ziller, önemini yitirdi. Bir yerden sonra saklanacak bir yer arar olduk. Sessiz, kimseyi rahatsız etmeyecek bir yer bulmak zorunda kaldık ve bize en yakın yere gittik. Önce, yukarısının açık olması, ikimize verebilecek aşırı bir özgürlük gibi geldi; biz de üstü kapalı kapının önüne oturup birbirimize iyice yaklaştık ve konuşmaya başladık. Öncesinden çok da farklı değil gibiydi ama bir adımdı. Yoyo'nun sokakta oynadığımız zamanı geçtiği, evde, hani bilgisayar oyunlarıyla kendini oyaladığı zamanlar sırasındaydı.

Lazımmış gibi daha çok büyüdük sonra. İkimizin de birer telefona sahip olduğu zamanlara denk geldi ve bu iyi bir şeydi çünkü o sıralar annemin bizi yan yana gördüğünde kaşlarını çattığı ve bazen de görüşmemize izin vermediği zamanlardı. Kimseye hiçbir şey söylemeden indiğimiz ve gevezelikten öteye gitmediğimiz bir yer hâline gelmişti içerisi. Dışarıda nasılsak içeride de öyleydik aslında. Yoyo, yolda yürürken de beni gülerek iter, bazen kolumdan çeker, iyice yaklaşır, kulağıma eğilir, fısıldardı. Bir keresinde aramızdaki konuşmanın kontrolünü eline iyice almak için yanaklarımı tutmuş ve dudaklarımı iyice büzerek beni susturmuştu.

Arılar ve Erkekler | TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin