CHAPTER TWENTY

181 19 3
                                    

'i hate this place, my mind'

artık bu kitaba bölüm atmak istemiyorum çünkü beni bunu yazarken motive eden ne ya da kim varsa artık yok ama tamamlamaya çalışacağım.

bölümler eskisinden kısa olur, 900-1000 kelime arası. tekrar gif de koymam. tamamlandı olarak işaretlemek ve hayatımdan atmak istiyorum umarım sonu hayal kırıklığı olmaz sizin için. meşgul olmadığım sürece iki günde bir bölüm paylaşırım.

en geç 32de final.

1978, Ocak.

  Avucunda sıkıca tuttuğu ateş viskisinin kalanını da içtiğinde boğazını yakan alkol yüzünü hafifçe buruşturmasına sebep oldu.

Bardağı ahşap masada ileriye doğru itip olduğu yerde kıpırdandı ve elini kaldırıp barmenden bir tane daha istedi, on dakika önce daha fazla içmemesi gerektiğini söylemişti ama Cordelia tanımadığı bir adamın sözünü dinleyecek kadar sarhoş hissetmiyordu.

"Öğretmenlerinden biri seni burada bu şekilde yakalasaydı ömür boyu ceza alırdın." Bardağını yeniden doldururken başını iki yana salladı.

"Dert değil." Cordelia uzattığı bardağı kendine doğru çekerken gülümsedi. Yavaşça ne dediğini bilmediği raddeye geliyordu, işler tehlikeli olmak üzereydi ve birkaç saat sonra ağzının barmenin kanıyla dolu olamayacağı garantisini veremeyecek kadar kendinden geçmişti.

Ona uzatılan yeni bardağı kendine çekerken gülümsedi, bir şeyleri unutmak ve her şeye yeniden başlamak istiyordu. Raflara sıra sıra dizilmiş kadehlere bakarken üzerine çökmeye başlayan melankoli hissi canını yaktı. Reyna ona insanlığını kapamasını tavsiye etmişti, birini unutmanın en acısız, en kolay yolu buydu. Ama yıllarca insanlıktan nasibini almamış bir kadınla yaşayıp bir de üstüne o kadın tarafından büyütülünce ne kadar sarhoş olursa olsun içinden bunu yapmak gelmiyordu.

En azından bu kararı verecek muhakemeye sahip olduğuna şükretti, bu haldeyken kana susamış yanını güç bela bastırıyordu. İnsanlığını da kapatırsa onu durduran hiçbir şey kalmazdı.

Kadehin dibinde kalan sıvıyı tek yudumda bitirdi ve bu haraketi başını döndürdü. Ancak yeterli olduğuna kanaat getirebilmişti.

Gözlerini kırpıştırarak ahşap masaya tutundu, gitme vakti gelmişti artık. Durmadan akan zaman uyuyacağı birkaç saatlik uykunun da keyfini ondan alsın istemiyordu.

Sendeleyerek kendini tabureden aşağı attı, önünde durmadan kayan bir yol varken nasıl gideceğinden emin değildi ancak bundan daha kötülerini atlattığını biliyordu. Birkaç bardak ateş viskisi mi durduracaktı onu?

Duvarlardan destek alarak kapıya giden yolu buldu, birbirinin ardına adım atarken soluklanmak için yavaşladı. Mecali kalmadığını hissediyordu, her basamak içini yakıp kavuran acıyı daha da arttırıyordu.

Yalnızlık, iliklerine kadar işlerken dolan gözlerini bulanıklaşan görüşü düzelsin diye birkaç kez kırpıştırdı. Yaptığı her hata, kandığı her insan için bir damla süzüldü yanaklarından aşağı.

James'in Lily'e olan aşkına rağmen kendisini sevebileceğine bu kadar inanması yanlıştı, karanlık evrenine toz pembe bir dünyayı dahil etmeye çalışmış ancak hep bildiği gibi başarısız olmuştu.

Kimin ne olduğu bu kadar ortadayken, iki yüzlü insanların arasında kararmış kalbine yer edinmeye çalışmak da kendi hatasıydı. Güven, kolayca kırılabilen bir duyguydu, insan ayırt etmezdi.

Asıl onu dağıtan ise bunu kendi kendine yapmış olmasıydı, James ona güvence verecek bir hamlede bulunmamış, kardeşleri de hiçbir zaman onun yanında olacaklarını söylememiş, annesi onu hiçbir zaman güzel kızım diye sevmemişken bu insanların hepsinden amansızca beklentilerinin olması kendi hatasıydı.

Sakin gözyaşları hıçkırıklara evrildi, alkolün yemekle karıştığı midesi ateş viskisinin iğrenç tadından bulanıyordu. Hiçbir zaman sevmemişti zaten ama James seviyor diye her hafta bir gün mutlaka içerdi, cuma günleri onların sıcak ve samimi masalarında oturup gülüşerek sohbet etmelerini izlerken kaçamak attığı bakışlar, yüreğini yakan yalnızlığıyla bir başına barda oturur bir bardak içtikten sonra kalkardı.

Midesindeki karışıklık dayanılamayacak hale geldiğinde eli ağzına gitti, duvara daha sıkı tutunmaya çalıştı, boğazındaki yumru gitmeden kusabilir mi o bile şüpheliydi.

İçkinin tadı bir kez daha ağzına geldiğinde baskıya dayanamayarak midesini boşalttı, saçlarına gelmesin diye bir eliyle yüzüne gelen tutamları geriye atarken diğer eli hala duvardaydı.

Kasıldığı her seferde yeniden acı bir his karnından göğsüne doğru yükseliyordu.

"Acınacak haldesin." Uzun zamandır işitmediği ancak unutamayacağı sesi duyduğunda başını kaldırıp duvara yaslanmış kardeşine bir bakış attı. O kadar sarhoştu ki kalp atışlarını bile duyamamıştı.

"Sanane." Oradan uzaklaşmak için bir adım attı ancak sendelediğinde Lawrance ileri atılarak kolundan yakaladı.

"Ne halt vardı da bu kadar içtin?" diye sorarken sıkıca tuttuğu kolunu çekiştirdi.

"O kadar çok sebebim var ki sayamam."

"Dramayı kes, ağlama." Onu koridorlarda sürüklemeye başladığında Cordelia itiraz etmeden yardımı kabul etti, böyle bir durumda başka seçeneği yoktu zaten.

"Ağlamıyorum." diye itiraz etti ama bunu söylerken bile yaşlar dökülmeye devam ediyordu.

"Tabii, biraz destek ol da seni birine yakalanmadan odana çıkaralım."

"Yakalansam ne olur ki? Annem halleder." Annem derken bile dili varmıyor, kelime ağzında acı bir tat bırakıyordu.

"Annenin hiçbir sikime faydası yok."

"Ona benzemişim öyleyse." Lawrance duraksadı ve ona döndüğünde Cordelia ilk kez yüzünü net bir şekilde görebilmişti.

"Benzemiyorsun."

"Onun gibi giyiniyor, onunla yaşıyorum. Onun yarattığı canavarım, ne derse yapıyorum, nefes alırken bile bir hata mı yapmış olurum diye düşünüyorum. O olmak için daha ne yapmam gerek?"

"Cordelia." Kardeşinin elinden sıkıca tuttu. "Sen o değilsin."

"Ya olursam?"

"Olmayacaksın."

Gerisi Cordelia'nın alkolden bulanıklaşmış görüşünün altında kaybolup gitti, hatırladığı son şey başını yumuşak yastığa koymasıydı.

I HATE EVERYTHING ABOUT YOU-JAMES POTTERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin