2- Fulâr

285 109 385
                                    

Sabah yüzüme vuran güneş ışıkları uyandırdı beni. Esneyerek uyandım, dün çok kötü bir gündü. Aslında zaten günlerim öyle geçiyor... Maske, peçete...

Off bu cidden kötü birşey. Hafifçe gerindim, ve yataktan kalktım. Boy aynasında kendime baktım. Göz altlarım şişmişti. Saçlarım dağılmıştı. Gidip yüzümü yıkadım. Aç karna içmem gereken ilaçtan içtim. Ve odama geri döndüm. Kıyafet dolabını açıp, okul formalarını aldım.

Giyindikten sonra sarı saçlarımı yavaşça taramaya başladım. En sonunda siyah bir toka alıp saçımı yukarıdan topladım. Çok yakışıyordu bana.
Mutfağa doğru ilerledim, annem her zamanki gibi fırına yaptığı börekten koymuştu. Yiyeceğim şeyleri tabağıma doldurup sandalyeye oturdum. Telefonumu elime alıp anneme mesaj yazmaya koyuldum.

Ben kalktım beni merak etme anne, börek için teşekkür ederim:)

Yazıp gönderdim. Annemden mesaj hiç
gecikmeden geldi.

Tamam, hemen kahvaltını yap,
okuluna git.


Yazdı karşılık olarak. Sanki dün olanlar hiç olmamış gibiydi.
Hergünüm böyleydi benim. Kahvaltımı yaptıktan sonra, hijyenik bir maske alıp evden çıktım.

Eve geldiğimde annemgil evde olmuyordu. Üstüme rahat birşeyler geçirip, ilacımı içtim.
Bazen sanki bende diğer insanlar gibiymişim gibi geliyor. Yani sanki...
Sağlık sorunum yokmuş gibi. Diğer insanlar gibi rahat olmayı çok isterdim...
Ama benim savaşmam gereken bir konu var, mücadele etmem gerekiyor.
Annemler sanki bir çocukmuşum gibi doktorla görüştükleri bazı şeyleri söylemiyorlar. 17 yaşındayım yani. Aslında söylememe nedenlerinin yaşla bir ilgisi olmadığını biliyorum. Ruhsal sağlığım daha da berbat olmasın diye söylemiyorlar. Onları da anlıyorum, ama bana söylemek zorundalar. Haksız mıyım?

Bu hastalıktan dolayı çoğu arkadaşım benden uzaklaştı. Onları da anlıyorum aslında, sonuçta bir hastalığa sahibim.
Ama bulaşma süresi geçeli çok oluyor.
Benden kaçıyorlar. Bazılarıda bazen varlar, çoğu zamanda yanımda değiller.
Bazı insanlar gölge gibidir, bazen varlar
bazende yoklar... Ne kadar acı verici değil mi? Çok yalnız hissediyorum. Bazen benimde bir insan olduğumu unutuyorlar, benimde duygularım var. Kırılıyorum, üzülüyorum... Ama yine de beni görmüyorlar.

Gerçek yüzlerini gördüm. Gözümde iyice küçüldüler. Değerleri kalmadı, onları umursamıyorum. Bazen bu en doğrusu oluyor, inanın bana.

Anı bir mide bulantısıyla lavaboya koştum. Yüzüme su çarptım. Kenardaki havluyu alıp yüzümü sildim. Ellerimi lavabonun mermerine koyup aynadan kendime baktım.

Güçlü ol Rüya...
Güçlü ol Rüya...
Güçlü ol Rüya...

Diye kendi kendime söyledim. Tam o an öksürmeye başladım, hemen bir peçete aldım. Ağzımı kapattım. Peçeteye çekince yine alışık olduğum kırmızı kan damlalarını gördüm.
Herşey farklı olabilirdi.

Geç kalmasaydık... Geç farketmeseydik... Her şey... Her şey farklı olabilirdi. İyileşme ihtimalim daha fazla olabilirdi. Kanı tükürdüm, mutfağa gidip su içtim. Nefes almakta zorlanıyordum. Balkona çıktım hemen. Derin bir nefes aldım. Verdim.
Derin bir nefes aldım. Verdim.
Bur süre böyle devam ettim.
O an aklıma dün parkta gördüğüm çocuk geldi. Çocuk dediğime bakmayın. Yani yaşı 19-20 falan. Benden çok da büyük durmuyordu. Dün fularım uçmuştu. Ya uçup onun yüzüne geldiyse? Aaa hayır çok utanç verici. Öyle birşey olmuş olabilirmi? Yaaa nereden aklıma geldi bu?

Ağaç dalına falan takılmıştır. Yani bencee... Umarım. Aa çıldıracağım, bu düşünceyi kafamdan hemen sildim. Acaba parka gitsem, yine karşılaşırmıydım? Sanmıyorum.

İçten içe merak ettim. Tekrar burada karşılaşma ihtimalimiz... Oldukça düşüktü. Ayrıca... Burada olursa olsun, ben niye bu kadar üstüne düşmüştüm?
Ama yinede içimdeki merak duygusu kazandı. Odama koşup bir siyah tayt ve üstüne, sweatshirt giyindim. Üstüme montumu giyip, bir maske takarak çıktım. Hastalığımın bulaşıcılığı gitmişti, Yani o süre geçmişti. Bulaşmazdı.
Ama yine de tedbirli olmak gerekiyor. Telefonumu, çantamı ve evin anahtarını alıp binadan çıktım.

Parka doğru yürümeye başladım. Annemede parkta olduğuma dair bir mesaj yazdım.

Yine çimenlerin üstünde yürümeye başladım. Salıncakların olduğu yere gelip etrafa baktım. Ama birkaç aile dışında hiç kimseyi görmedim. Gidip salıncağa bindim ve sallanmaya başladım. Çok sıkılmıştım. Zaten buraya gelmem oldukça saçmaydı, ne yapıyordum ben? Hışımla ayağa kalktım. Ama ani kalkmam yüzünden gözüm karardı, sık sık oluyordu bu.
Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Etrafı net görmeye başladım. Arkamı dönüp yürüyecekken bankta oturan dünkü çocuğu gördüm. 'Çocuk' diyorum, çünkü söylecek başka birşey bilmiyorum.

Ben ona bakınca onunda bakışları
beni buldu. Bakışlarım elindeki fulara döndü. Bu... Bu... Bu benim fularım. Çok açık pembe, üstünde kelebekler olan fular. Baktığım yere baktı. Sanırım oda beni tanımıştı. Karşılaşma ihtimalimiz oldukça düşüktü. Acaba burada tek başına oturup ne yapıyordu? Sıkılmıyormuydu tek başına? Yavaşça ayağa kalktı bana doğru ilerlemeye başladı.

İçimden bir ses, buraya neden geldiğimi bildigini söylüyor.
Tam karşımda durdu. Şaşkınca ona bakıyordum. O ise hiç şaşırmış gibi değildi, sanki buraya geleceğimi biliyor gibiydi.
"Bunu dün düşürdünüz." dedi fuları uzatırken. Ben ise halâ ona bakıyordum.
En sonunda:
"Aaa evet, bende dün fark ettim. Teşekkür ederim." dedim. Tamam kızmayın lütfen, biraz fazla tepki göstermiş olabilirim. Ama ne diyeceğimi bilemedim. Ve bence daha fazla konuşmayayım. Çünkü 'dün farkettim'
dedim.
Offf aptal kafam. Resmen buraya fuları vermeye geleceği için buraya geldiğimi anladı. Onun bana getireceğini düşündüğümü açıkça belli ettim, buraya gelerek. Ahhh, çalış beyin
Çalış beyin!
Hafifçe sırıttı, ama belirsizdi. Fuları elinden aldım.

Ve o an öksüreceğimi hissedip arkamı döndüm. Çantamdan hemen peçete çıkardım. Maskemi indirdim. Tahmin ettiğim gibi...
Arkamdan seslendi:
"Pardon, iyimisin?"
deyip karşıma geçti. Peçeteye ağzımdan çektim. Kan damlalarına baktım. O da baktı ve bana döndü. Hemen peçeteyi ve maskeyi çantamdan çıkardığım bir poşete koydum, ağzını bağlayıp attım çöpe. Ve ağzımdaki kanı çöpe tükürdüm.
Yeter artık hep oluyor bu. Yeter! Suyumu çıkarıp içtim. Yanıma geldi.
"Sen..." dedi ama ne söyleyeceğini bilemedi.
" Sen... sana... Ne oluyor? O kan neydi?
İyi olduğuna eminmisin? Bu normalmi?
Hastaneye götürmemi ister misiniz?"

diye soru yağdırmaya başladı. Başımı iki yana salladım.
"Hayır teşekkür ederim. Yarın gideceğim, nezaketiniz için teşekkürler.
İyiyim ben."
deyip geldiğim yöne doğru ilerlemeye başladım.
"İyi görünmüyorsunuz. İzin verin yardım edeyim." dedi. Yanıma gelerek.
"Hayır." diyerek ona döndüm. "İyiyim ben bu olan normal. Yani evet anormal bir durum gibi duruyor ama buna katlanmak zorundayım. Bu oluyor. Çünkü..."
devam etmek zor geldi. Daha yeni tanıştığım birine hastalığımı söylemek ne kadar mantıklı?
"Endişelenecek birşey yok. Tekrardan teşekkürler." diyerek hızlı adımlarla ilerledim.
Daha yeni tanışmıştım, hatta tanışmamıştım bile. Söylemek nedense doğru gelmedi.
İçgüdü...
Açıkçası zarar vereceğini sanmıyordum. Ama nereden bilebilirimki? Neyse...
Bugün bu kadar yeter!
Eve doğru yürümeye devam ettim. İçimdeki ses yine orada olduğunu unutturmadı bana. Yarın yine buraya geleceğini söyledi. Ama nedeninin ben olduğumu düşündüm. Evet belki çok saçma ama olsun. Çünkü ben de yarın parka yine gidecektim. O da hissetmiş olmalı. Aaaa Yeter ne düşünüyorum ben? Bu nasıl bir saçmalık neden benim için gelsinki? İçsesim yine saçmaladı.
Ama merak duygusu...
Bende olduğu gibi onda da merak duygusu oluştuğunu hissettim. Belkide o da merak ettiği için gelirdi belki yarın.
Çünkü ben yine merakımın önüne geçemedim. Yarın gelip gelmeyeceğini
merak ettim...

Yaralı NefesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin