13. Bölüm

16 6 3
                                    

Çoktan sabah olmuş, evden çıkmış, temizlik yapmaya başlamıştım. 

Elina yine gelmemişti. dün konuşurken telefonun olmadığını söylemişti. Keşke olsaydı, diye düşündüm. Yemekhaneye gittim,  Lucas’da gelmemişti. 

Günün sonunda eve gitmek için kapıdan çıkarken bugünün hızlı ve sıkıcı geçtiği düşünüyordum ki, Lucas yanıma geldi. 

  "Merhaba," dedi. 

  "Merhaba"

  "Sormak istiyorum da, biraz yürüyebilir miyiz?" 

  "Biraz yorgunum, ama yürüyelim."

  "Yorgunsan cok yürümeyiz." 

  "Tamam, konuşmak istediğin bir şey mi var?" 

   "Belli bir şey yok." 

  "Tamam." Bir süre yürüdük, sonra,

  "Eğer sormamda bir sorun yoksa ailene ne oldu?" Garip bir şeydi, ne olduğunu çok iyi biliyordum ama söyleyemiyordum. 

  "Şöyle diyelim. Bir gün çok uykum vardı, uyudum. telefonumun çalmasıyla uyandım. Tanımadığım bir adamdı ve o anda kavrayamadığım şeyler söylüyordu. Herkes bir gün ölecek, sevdiklerini kaybetmek her zaman acı verir. Ona ne olduğunu sordum, çok net bir şekilde,

-Artık yoklar- dedi ve telefonu kapattı. Kafam çok karışmıştı. Tüm bunların şaka olduğuna inanmak istiyordum derken gözüm televizyona yapıştırılmış bir kağıta çarptı. Kalktım aldım ve okudum."Dışarıya çıktık yarım saate geliriz" diyordu. Ama saat gecenin bilmem kaçıydı." Daha yeni dolan gözlerimden şimdi yaşlar akıyordu. Engelleyemiyordum ki engellemeye de çalışmıyordum. 

  "Üzüldüm," dedi.

  "Şimdi sen anlat bakayım."

  "Ne anlatayım?" 

  "Bilmiyorum."

  "Tamam o zaman ben geçimimi kalemim ile sağlıyorum."

  "Nasıl yani, yazar falan mısın?"

  "Yok değilim, aslında hiçbir şey değilim de diyebilirim. saçma sapan bir işim var. Zor zamanlardan geçtiğimi bilen bir senarist arkadaşım,"Ben fikir bulmakta zorlanıyorum sen her hafta bir şeyler yaz, bana fikir ver. Bende sana kazancımın bir kısmını vereyim" dedi. Ben de bu teklifi daha bir daha nerede bulacağım dedim, kabul ettim. Yazdıklarımı hiçbir zaman kullanmıyor ama böyle saçma bir işim var."

  "Kusura bakma ama gerçekten saçma bir işmiş."

  "Evet öyle. Eğer dersen ki, madem iş bulamamıştın neden ailenden ayrı yaşıyorsun? Aramız biraz kötü. Neden merak eder misin? Etme. Başka ne anlatabilirim ki. Bak -bir evi gösterdi- ben burada yaşıyorum."

  "İyiymiş."

  "İyi olduğuna nasıl karar verdin? küçük bir ev, iki odalı."

  "İşte benimkinden iyi, benim evim tek odalı." Çok güzel bir parka gelmiştik.  Bir banka oturduk. Yemyeşil çok güzel bir yerdi, uzun uzun sohbet ettik. 

  "Artık geri dönsek, hava kararmaya başladı." Kalktık biraz yürüdük. Evinin önünden geçerken,

  "Evinde yemek var mı?"

  "Yok niye ki?"

  "Benim var neden bana gelmiyorsun? Geç olmadan senin evine bırakırım."

  "Bilmiyorum ki."

  "O zaman geliyorsun." 

  "Zahmet vermeyim."

  "İnan bana, zahmet verecek olsan çağırmazdım. Geçen bir çorba yapmıştım tek kişi olunca bitiremedim." 

  "Tamam o zaman." 

  "Tamam, ama evin hali pek iç açıcı değil."

  "Bunu sorun edecek biri değilim." Biraz daha yürüdük ve evine geldik. Kapıyı açtı ve içeri girmemi işaret etti. İçeri girince gördüm ki, evin içi gerçekten iç açıcı değilmiş. Her yer her yerdeydi. Yerdeki şeyleri ayağıyla bir kenara ittirdi. 

  "Sen şuraya otur ben hemen geliyorum." dedi. 

  "Yardım etseydim?"

  "Mutfağı görmek isteyeceğini sanmıyorum, sen şuraya otur ben hemen geliyorum." 

  "Tamam." Dediği yere oturdum. O da mutfağa gitti. etrafa olabildiğince az bakmaya çalışıyordum ama bu imkansızdı. 

Kısa bir süre sonra elinde sofra ile geldi. Eşyaları biraz daha ittirdi sofrayı serdi. sonra bir tepsi getirdi tepside kendi yaptığı bir tek çorba var vardı. Onun dışında dışarıdan aldıklarından kalan bir iki şey vardı. 

Yanıma oturdu ve başlamamı bekledi. Titiz biri olmadığıma sevinerek çorbanın tadına baktım. Eğer azıcık bir titizliğim olsaydı tek bir kaşık bile yiyemezdim. 

Şansa bak ki titizlikle uzaktan yakından alakam yok. Hatta beni hastalayacak boyutta değilse, olduğum yerin veya yediğim şeyin ne kadar temiz olduğuna aldırmazdım. Çorbanın tadı baya güzeldi. 

  "Bunu cidden sen mi yaptın?"

  "Evet."

  "Çok güzel olmuş, eline sağlık."

   "Afiyet olsun." Çok uzun süredir yediğim en güzel şeydi. Yedikten sonra sohbet etmeye başladık. Sonra yerdeki dağınıklığın içinde bir şey dikkatimi çekti.

 Yerde duran kitabın arasında bir fotoğraf vardı. göstererek, 

  "Bakabilir miyim?" dedim.

  "Tabii, neye istersen bakabilirsin." Fotoğrafı aldım. Kızıl  saçlı, yeşil gözlü çok güzel bir kızın fotoğrafıydı.

  "Bu kim?" 

  "Biri işte." 

  "Arkadaşın mı?" Yüzünde acı bir tebessüm belirdi.

  "Evet,"

  "Anladım, güzelmiş."

  "Öyledir."

  "Sanki bundan memnun değil gibisin."

  "Hayır, memnunum. Yani onun arkadaşı olmak harika bir şey. Mutluluğunda da mutsuzluğunda da yanındayım." 

  "Anladım, ama sanki o daha fazlasını istese kabul edecek gibisin."

  "Bunun bir önemi yok. Çünkü o istemez. Bana her şeyini anlattı, kime güvendiyse yüz üstü bırakıldı. Ayrıca bunları anlattığı tek arkadaşı benim. Bana olan güvenini kırmak istemem." 

  "Ya öyle olmazsa? Bunları anlattığına göre sana güveniyor."

  "Sence bu güveni kaybetmeyi göze almalı mıyım?"

  "Neden kaybedecek mişin? Ayrıca baksana şu dünyaya ya nefret kol geziyor. Aşka, sevgiye ihtiyaç var."

  "Seviyorsan git konuş diyorsun."

  "Evet, aynen öyle diyorum."

  "Peki, denerim." Saat 11'e geliyordu, artık gitsem iyi olur. 

  "Tamam beraber gidelim." 

  "Madem ısrar ediyorsun." Saat tek başıma gitmek istemeyeceğim kadar geçti. Dışarı çıktık, bir süre yürüdükten sonra evime geldik.

  "İçeri girmek ister misin?"

  "Hayır, sağ ol."

  "Görüşürüz o zaman."

  "Görüşürüz." gitmişti. Acayip uykum vardı.

Çoban YıldızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin