Canan o gün çok huzursuzdu, sebebini kendisi bile bilmiyordu. Oysa ki heyecanlı mutlu olması gerekirdi. Saraydan çağırılmış padişahı muayene gerekirse tedavi etmesi emredilmişti. Saray hekimi de dahil pek çok kişi ateşli bir hastalıktan muzdaripti. Yüksek ateş, vücutta çıkan sulu yaralar, halsizlik ve iştahsızlık en bilinen etkileriydi. Ne yazıktır tahta yeni çıkmış Padişah Aliyâr da bu hastalığın pençesine düşmüştür. Bu ölümcül hastalığın tam tadavisi nedir bilen yoktu ama büyük bir korku vardı insanlar arasında çünkü bu hastalığın bulaşması çok kolaydı ve hızla yayılıyordu. Canan çocukluk döneminde annesi sayesinde bu hastalığı atlatmış şanslı insanlardan biriydi ve daha nicelerini tedavi ederken yanında bulunmuş tıbbın inceliklerine hakim olmuştu. Hekimlik aile mesleğiydi canan'ın neneleride ömürlerinin sonuna kadar hekimlik ve ebelik yapmışlardı. Dört farklı dili lehçeleriyle birlikte ana dili gibi biliyordu küçük bir kasaba yaşamasına rağmen oldukça kültürlü ve görgülü biriydi. Gel gelelim ki tüm bunlar saraya hekim olarak gitmesine yetecek meziyetler değildi. Gerginliğinin sebebi bu bilinmezlik olabilirdi belkide neden Canan çağırılmıştı koskoca İstanbul da hekim mi kalmamıştı üstelik ücra bir kasabanın en ücra köşesindeki evinde kendi halinde hekimlik yapan Canan'ı kim biliyordu ki Saraydan askerler kapısına kadar onu almaya gelsin. Bütün endişeleri bir kenara bırakıp eşyalarını hazırladı. Tıp ile ilgili notlar aldığı kitapları ilaçlar, otlar, merhemler bunlar annesinin tarifleriyle hazırlanmıştı. Hastalığı tanıyordu, ne yapması gerektiğini biliyordu Allah izin verirse hünkarı iyileştirebileceğinide ama yanlış birşey yapmaktan ölesiye korkuyordu. Herşey toplanıp gönderilen at arabasına yüklendikten sonra, çocukluk arkadaşı ve komşusu olan Nurbanu hatunun evine uğrayıp durumu kısaca izah etti bir parça kağıt uzatarak "şimdi gitmem gerekiyor Akın Bey gelince mutlaka bunu ver" deyip kucaklaştı arkadaşıyla.
Uzun ve bi o kadar yorucu bir yolculuk oluyordu, sırasıyla yapılması vereken her şeyi ince ince düşünüp içinden tekrar ediyordu gün ağırmak üzereydi artık önceki gün ikindi vaktinden beridir yollarda perişan olmuştu. Biraz uyumanın iyi geleceği aşikâdı, bir süre stresten olsa gerek gözleri uykuyla inatlaştı sonunda her zaman olduğu gibi yorgunluğun dostu uyku imdada yetişti.
Ne kadar zaman geçti bilinmez at arabası yavaşlayıp dura yazmıştı. Arabanın dışından insan sesleri at kişnemeleri duyuluyordu. Canan üstüne başına çekidüzen verip toparlandı, daha dinç hissediyordu artık, bunla birlikte her yanı tutulmuştu araba içinde. Meraklı gözlerle perdeyi hafif araladı dışarı baktı çekinerek, karşısında uçsuz bucaksız saray surları yükseliyordu. Bir saniye daha ve kalbi duracaktı heyecandan. Dışarıdaki insan sesleri netlik kazanmaya başlamıştı tanıdık bir erkek sesi duydu ama kim olduğunu bir türlü çıkaramadı. Yabancı erkek sesi "Canan Hatun geldik inebilirsin" dedi. Canan bunu duyar duymaz heyecanını ve korkusunu belli etmemeye çalışarak indi arabadan. Hava bir hayli soğuktu inceden yağmur çiseliyordu, içi ürperdi yavaştan açılan saray kapısını izledi. Kapının ardından görünen görkemli yapı hayran olunmayacak gibi değildi. Arkasından gelen erkek sesine döndüğündeyse hayranlık duygusu yerini şaşkınlığa bıraktı.
Bu bu tanıdık gelen erkek sesi yıllar evvel kasabadan ailesiyle taşınan muallim Yavuz Bey den başkası değildi. Geçmişten bir dost Canan'ın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi ilk şaşkınlığın ardından saygıyla eğildi. Yavuz Bey de tebessüm ile karşılık verdi "saraya hoş geldin Canan Hatun"
"Ağabey sen ne yapıyorsun burada" diye karşılık verdi.
" Çevirmenlik yapıyorum. Hünkarımız için fransız elçilerle görüşmelere katılıyorum durumlar pek iyi görünmüyor saray hekimi hasta diğer hekimler de çare olmayınca aklıma sen geldin ailenin hekimlik geçmişini valide sultana iletilmesine vesile oldum Hünkarımız ı birde sen muayene et istedim annen Halime Hatun çoğu zavallıyı iyi etti belki mahareti sanada geçmiştir diye düşündüm" dedi ve sustu.
Bir solukta Canan'ın bütün soruları cevaplanmış oldu böylece genç kadın minnet ile eğildi tekrar. Yavuz Bey eliyle kapıyı işaret etti gidelim o zaman.
Büyük bahçe uzun koridorlar ve onlarca oda geçildi. Kapısında başı önüne eğik bekleyen iki askerin olduğu büyük kapılı odanın önünde durdular Canan geçtiği her yere büyülenmiş gibi bakıyordu Yavuz Bey de başka hiç bir kelime etmedi yol boyunca. Kapının önünde çantayı Canan Hatuna uzatıp "güveniyorum sana Canan Hatun yüzümü kara çıkarma Hünkarımızı iyi et" dedi Yavuz Bey ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Canan kalakaldı oracıkta ne yapacağını bilemedi bir kaç derin nefesin ardından kapıya ilk adımı attı ve askerler tarafından kapılar açıldı.
Bu oda Canan'ın evi kadardı çok süslü gösterişliydi yatağın baş ucunda gözü yaşlı valide sultan duruyordu.
" korkma gel yaklaş" diyerek yatağın yanına çağırdı. Göz yaşlarını sildi gayet dik bir duruş ile " senin methini duydum aslanımı iyi et bende seni ihya edeyim" Canan eğildi sadece tek kelime etmeden. Valide sultan odadan çıkacak iken geri döndü "tahtın veliahtı bir şehzade daha yok aslanım ölürse sende bu Saraydan sağ çıkamazsın."
Odadan çıktı Canan'ın kalbi deli gibi atıyordu ya geç kalındıysa o zaman padişahla birlikte kendisi de ölecekti. Bir hıçkırık tuttu boğazında yatakta biçare yatan padişaha baktı ve sessizce söyledi.
" kimin hayatı kime bağlı şimdi"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zoraki Sultan
Historical FictionHikaye padişahlık döneminde geçmektedir. Padişahın aşık olduğu kadını elde etmek için yaptıkları ve sonrasında yaşanan entrikaları konu almaktadır.Tarihler ve kişiler tamamiyle hayal ürünüdür. Benzerlikler tesadüfidir.