İnanmak

240 16 1
                                    

Günler haftaları haftalar ayları kovalıyordu.
Aliyâr zaferlerine yenilerini ekleyip hem topraklarını hem de hazinesini büyütüyordu.
Yüreğindeki sevda ona güç verirken her geçen gün kavuşacak olmalarının heyecanı daha da artıyordu.
Lakin içini kemiren bir kurt vardı. Canan'a dönüşünü sarayda beklemesini söylemişti ama ne saraydan nede Canan dan bir haber gelmemişti.
Son görüşmelerinin ardından beş ay geçmişti.
Bir aksilik olmasından endişe duymaya başlamıştı artık.
Canan vazgeçmiş olabilir miydi? Yada daha kötüsü kocası olacak adama boşanmak istediğini söylediğinde başına bir iş getirmiş olabilir miydi?
Günleri huzursuz bir heyecanın pençesinde kaleler fethetmek ile geçiyor geri dönmek için gün sayıyordu.
Artık dönüş yakındı.

Bütün bu zaman içerisinde Canan kocası Akın Bey e boşanmak istediğini söylemişti ama padişahtan hiç bahsetmemişti.
İhanetle suçlanmaktan korkmuş olacak ki neden boşanmak istediği sorusuna sadece "seninle mutlu değilim" diye cevap verebilmişti.
Tabii ki Akın Bey için bu yeterli bir bahane değildi.
Aslına bakarsanız bu evlilikte mutlu olan tek taraf Akın Bey in ailesi olmuştu.
Ömür boyu mutsuzluğa evet demişlerdi Akın Bey de Canan dan kurtulmak kendi istediği sevdiği kadınla evlenmek istiyordu.
İnsan evlenirken kendi çekirdek ailesi olsun ister çocukları olsun eşleri arkadaşları sırdaşları olsun isterler.
Saygının olmadığı yerde sevgi ortamı terk eder. Eşiniz artık size sırtınızda taşıdığınız bir kambur gibi hissettirir. Akın Bey her ne kadar bu kamburu kaldırıp atmak istese de babasına duyduğu korku buna engel oluyordu zaten bu korku yüzünden evliliğe razı gelmişti. Kendi kazancı kendine yetmiyordu evli kaldığı taktirde babasından düzenli olarak alacağı altınlar devam edecekti.
Üstelik Canan da baktığı zengin hastalardan iyi bahşiş alıyordu ve kendisine veriyordu. Akın Bey de bütün bu altınlarla o meyhane senin bu pavyon benim gezip gününü gün ediyordu. Haliyle evde ihtiyaçlarını karşılayan altın yumurtlayan bir tavuk varken onu neden sokağa salsın değil mi?
Canan her fırsatta boşanmak istediğini bıkmadan usanmadan dile getiriyordu ama nafile üstelik yediği dayaklar işittiği hakaretler cabasıydı.
Beş ayda yediği dayağın haddi hesabı yoktu vücudunda morarmayan tek bir nokta kalmamıştı. Kocası genellikle bir kaç gün eve gelmiyordu neyseki Canan yaralarını sarmayı bile bırakmıştı bir süre sonra ama inat ya işte bir kere söz verdi bir kere içine umut doldu ya dilini tutmaktan geri durmadı.

Yine böyle bir gün Canan dayak yemekten ağlamaktan bir köşeye sinmiş kocası ise divana kurulmuş eline bulaşan Canan'ın kanını bir bez parçasıyla siliyordu. Gözünün ucuyla Canan'a baktı ellerini silmeye devam ederken "yahu ne gerizekalı bir mahluksun sen dayak arsızı mı oldun başıma. Tutturdun boşa beni diye salak kadın dul halinle ne halt edeceksin kimin kimsende yok milletin elinin kiri mi olacaksın? İstediğin bu mu aç değilsin açık değilsin gittiğin geldiğine de bişe demiyorum daha Allah tan belanı mı istiyorsun? Hoş onu da buldun ama akıllanmıyorsun. Kafanda beyin yerine saman taşıyorsun demek ki" acı dolu hakaretleri gayet sakin bir tonda yüzüne tükürürcesine bir bir sıralıyordu. Ayağa kalkıp ağır adımlarla Canan'ın pustuğu köşeye doğru yürüdü önüne gelince eğilip iki parmağıyla çenesinden tuttu ve sertçe yüzüne bakması için çekti. Aynı soğuk kapa tonda konuştu bu kez daha sessiz "seni son kez uyarıyorum sesini kes vazifeni yap eğer sözümü dinlemez ve yine boşa beni diye tutturursan bu kez dövmekle kalmam öldürürüm seni! Anladın mı öldürürüm!" çanesini hızla iterek  bıraktı ve ayağa kalkıp hızla kapıya doğru yöneldi çeketini alıp çıkacakken duyduğu ses durmasına sebep oldu Canan son  gücünü toplayıp" gerizekalı olanda salak olanda sensin! Ve beni boşamazsan ölecek olanda! Asıl ben seni son kez uyarıyorum o saman dolu olan kafana yaz bunu.. Ya beni boşarsın yada ölürsün! " Akın bir süre duyduklarını idrak etmeye çalıştı sonunda arkasını bile dönmeden kahkahayı patlattı."yahu kafana o kadar çok mu vurdum şirazen kaydı SEN KİMSİN Kİ BENİ TEHDİT EDİYORSUN APTAL!" son sözleri söylerken bir hışımla dönüp Canan'a bağırdı. Sonra gülmeye devam ederken "ama beni güldürdüğün için daha fazla dövmeyeceğim seni" derken kapıyıda kapatıp çıktı evden. Canan zar zor etraftaki eşyalara tutunarak yürüdü üst kata çıktı ayna karşısında durup haline baktı kaşından, burnundan, alnından, dudağından akan kanları ıslattığı bezle gelişi güzel sildi artık hakim olamadığı gözyaşları kendiğinden süzülüp yüzünü yıkıyordu kıyafetlerine bulaşan kanı umursamadı.

Kollarını bacakları hareket  ettirmeye bile mecali yoktu her yanı ağrıyor sızlıyordu hatta kocasının bacağına vururken kırdığı sopayla birlikte bacağının kırılmış olma ihtimalide yüksekti.
Canan canından bıkmıştı her şeyi boş verip yatağa yüz üstü bıraktı kendini zonklayan ağrılara rağmen öylece kıpırdamadan derin bir uykuya daldı.

Aliyâr seferden büyük bir zaferle dönmüş ülkede herkes dönüşünü bayram havasında kutluyordu. Saraya varır varmaz Mehmet Paşa ya Canan'ın gelip gelmediğini sormuştu olumsuz yanıtla her ne kadar hayal kırıklığına uğrasada belli etmemeye çalıştı.

Gerekli prosedürler ve divan toplantıları bittikten sonra kutlamalar şenlikler bir kaç gün daha sürdü. Askerlere altın dağıtıldı, fakir fukara tespit edilip erzak ve altın verildi, yetimler öküzler giydirilip doyurdu. Tüm bunlar olurken Aliyâr'ın düşündüğü tek birşey vardı Canan!

Canan'ın evine askerleri gönderip haber alabilir yada zorlada olda saraya getire bilirdi.
Ama kendisi gitmeye karar verdi her ne olduysa hemen şimdi kendi kulaklarıyla duymalı öğrenmeliydi. Kızmıştı belkide Canan başından atmak için böyle söylemişti belki de çoktan hiç bilmediği bir yerlere yerleşmiş hayatına devam ediyordu. Kandırılmış olma düşüncesi bile öfkesini arşa çıkarıyordu.

Bu kez tebdil-i kıyafet haliyle değil tüm ihtişamı ve askerleriyle yola koyuldu Aliyâr çünkü eğer kandırıldıysa Canan'ın yerini bilipte söylemeyen herkes öfkesinden nasibini alacaktı.

Canan vurulan kapı sesiyle sıçradı yataktan geceden yattığı gibi uyanmıştı hiç hareket etmeden uyuduğu için her yanı tuttulmuştu. Kendine gelemeden kapı daha şiddetle tekrar çalındı uyku dağıldıkça ağrılarını hissetmeye başladı yeniden kapıdaki sabırsız kişi her kimse kapıyı kırmadan açmak lazımdı.
Ayağa kalktı ama bacaklar onu taşımadı yere yığılıp kaldı bacağındaki ağrı dayanılmazdı. Parmakları morarmış ayağı ve bacağı şişmiş neredeyse iki katı olmuştu.

Kapı ısrarla ve her seferinde daha şiddetli olacak şekilde çalmaya devam ediyordu Canan yataktan tutunup ayağa kalkmaya çalıştı tek ayağının üzerinde sekerek ve duvarlardan tutunarak merdivene vardı "patlama bee geldik" diye seslendi canının acısı tüm nezaketini unutturmuştu merdiven korkuluklarına tutunup bir basamak indi ve bir basamak daha. Kapıdaki kişi sabırsız olduğu kadar öfkeliydi bunu anlamak için yüz yüze gelmeye gerek yoktu. Canan mecburi ağır adımlarla merdivenden inmeye devam ediyor ve aynı zamanda söyleniyordu.

Canan basamakların sonuna yaklaşırken beklenen oldu ve kapı kırıldı. Canan korkuyla bir çığlık kopardı olduğu yerde sendeleyip merdivene oturdu.

Kapıdaki heybetli adamın yüzünü görmesiyle zaman durdu havada uçuşan toz zerrecikleri bile görünür oldu dünyanın tüm sesleri sustu yalnızca kalbinin sesini duyuyordu artık. Aliyâr bir kaç büyük adımla aradaki mesafeyi kapattı merdivenin ilk basamağının orada donup kaldı.
Yüz ifadesi anlaşılması zor bir hal aldı Canan kaçıp gitmediği için mutluydu onu bıraktığı yerde bulmuştu. Ama bıraktığı gibi değildi acı, şaşkınlık, öfke ve tarifi olmayan onlarca duygu geçti kömür karası gözlerinden. Arkadan Murat Paşa kırılan kapıyı kaldırıp emanet şekilde kapattı ikisi başbaşa kaldı. Aliyâr da Canan da tek kelime etmeden kıpırdamadan öylece duruyor birbirlerine bakıyorlardı. Canan yine göz yaşlarının izinsizce yüzünden süzüldüğünü hissetti karşısındaki dağ gibi adamında gözleri dolmuştu bir an ve onunda göz yaşları firar edecekti.

Aliyâr ilk şoku atlatıp bir adım attı dört basamak çıkıp Canan'ın dizlerinin önündeki basamağa oturdu gözlerinin içine bakarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonraki anda beyninde yıldırımlar çaktı o adam yaptı bunu benim dokunmaya kıyamayacağım Canımın Cananını bu hale getirdi! "nerede o şerefsiz" dedi boynunu bükerek yumrukları sıkıyor öfkeden dişleri gıcırdıyordu "bilmiyorum" dedi Canan Aliyâr kuşağından ipek bir mendil çıkarıp Canan'ın gözyaşlarını sildi "ben onu bulurum!" dedi Aliyâr dişlerinin arasından.

Canan boynunu bükerek titreyen sesiyle "öldürecek misin onu?" diye sordu. Aliyâr anlamıyordu kendini bu hale getiren adamın canının derdine mi düşüyor... Neden? Aliyâr'ın sesinde alayla karışık bir ciddiyet vardı" hayır... Ama onunla işim bittiğinde ölmek için yalvaracak"

Zoraki SultanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin