İyi okumalar!
***
+905****: Seni son kez uyarıyorum; ya şikayetini geri alırsın ya da olacaklara karışmam.
GörüldüGelen mesajı görüldüde bırakıp önünde olduğum kapıyı tıklatmadan açtım. Şaşkınlıkla ekrandaki bakışlarını kaldırıp beni fark eden adamın kaşları da çatılmıştı.
"Beni çağırmışsın." dedim teklfili konuşmayı bir kenara bırakarak. Kapıyı arkamdan kapattım ve odanın içine ilerleyerek tekli deri koltuğun birine tabiri caizse kuruldum.
Hareketlerimi takip eden gözleri ile eş zamanlı olarak kaşları mümkünmüş gibi biraz daha çatıldı. "Babanın oğluyla konuşmuyorsun. Tavırlarına dikkat et." diye sertçe uyardığında alaylı bir gülüş kaçırmıştım ağzımdan.
Birisinin ona babamın çalışanı olduğunu söylemesi gerekiyordu.
"Dikkat etmezsem ne olur?" dedim alayla. "Beni de mi dolandırırsınız?"
Sinirden kızardığını gördüğümde biraz daha keyiflendim. Serhat Esen'le kedinin fare ile oynadığı gibi oynamak isterdim fakat bu süreç boyunca bizim paramızla yaşayacak olması beni rahatsız etmişti.
Üstelik şu an bir araba dolusu polisle muhasebecisinin ofisine giden babam da izin vermezdi buna.
Muhtemelen muhasebeciden sonra sıra buradaydı. Bu da demek oluyordu ki: Defne Esen devri bugün itibariyle kapanıyordu.
Keyifliydim.
"Sen!" dedi elini masaya vurup, sandalyesini geri iterken. "Sen benimle ne hadle böyle konuşursun." Hareketlerine aldırmadım ve sinirle bana gelmesini seyrettim. Ben koltukta otururken o önümde dikildi ve üstten üstten bana bakmaya çalıştı.
"Öncelikle," dedim daha deminki alaylı konuşmama tezat olacak şekilde sakinlikle. "Sesinin desibelini bir ayarla." Uyuşuk hareketlerle ayağa kalktım, iki adım geriledi. "Sonra ise," dedim kafamı sağa yatıtırken. Yüzümde gıcık edici olduğuna emin bir gülümse vardı. "Asıl sen ne hadle benimle böyle konuşursun?!"
Her kelimede yüzümden biraz gülümseme silinmişti. Şu an ise tamamen ruhsuzca bakıyordum ona. O ise biraz ürkmüş biraz da sinirlenmiş. Sanırım onların 'önemli' tabirine uyduğumu yeni yeni fark ediyordu.
"Kimsin sen?" dedi titreyen sesiyle. Gözlerinde gördüğüm sinir artık yerini tamamen korkuya bırakmıştı. "Nasıl kaydın silindiği hâlde okuluma girebiliyorsun?" diye buraya bemi çağırma sebebini andı. "Nasıl benimle böyle konuşabiliyorsun?!"
Yüksek tonlu kahkaham odanın içinde yankılandığında Serhat'ın gerçekten benden çekinmeye başladığını fark etmiştim. "Senin okulun mu?" Kendimi tutamazken biraz daha güldüm. Kendimi geri, hemen arkamda kalan koltuğa sertçe bıraktığımda gülmeye devam ediyordum. "Senin okulun demek?"
"Şey, yani Selçuk Bey'in okulu." dedi ağzında geveleyerek.
Geçiştirircesine başımı salladım. "O zaman Selçuk Bey rüşvetle not düzeltmenizi onaylıyor? Ya da sınıf geçirmeyi?"
Babamdan üçüncü şahısmış gibi bahsetmem az önce gözlerinden giden sinir ve kendini beğenmişliğin geri gelmesini sağladı. Sanırım bir anlık da olsa benim babamın kızı olduğumu düşünmüştü.
"Bundan sana ne ki? Sonuçta bu Selçuk'la benim aramda."
2. çoğul kişiden, ikinci tekil kişiye geçmesiyle kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında, "Selçuk ha? İyiymiş." diye mırıldanmıştım kafamı sallayarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zorba | textimsi [düzenleniyor]
أدب المراهقين"Herkesi tanıttığıma göre," dedim kafamı sola yatırırken. "Yeniden tanışmanın zamanı geldi. Ben Mısra Yekta. Serhat Esen'in aklınca dolandırmaya çalıştığı Selçuk Yekta'nın kızı olan Mısra Yekta." Kim olduğumu duyan Esen ailesinin yüzünde beliren kor...