Kan rengi - 40

23.1K 2K 251
                                    

Bilinci, önce ılık bir su gibi içine akıyor, sonra ansızın donup, hücrelerini çatlatarak dışarı sızıyordu.

"Şimdi değil..." diye fısıldadı bir ses. "Şimdi değil, Hira, kendine gel..."

Ses, duyduğu en güzel şarkıydı. Kulakları uğuldamıyor ve nereden geldiğini anlayamadığı hırıltı, içinde yankılanmıyor olsa, saatlerce bu şarkıyı dinleyebilirdi.

Gözlerini araladı. Göğsünün körük gibi inip kalktığını hissedebiliyordu. Şiddetle öksürüp, boğazını yırtarcasına nefes almaya çalıştı. Kusmuğu ağzına kadar geldiğinde, elleriyle yere tutunup, içindeki her şeyi dışarı boşalttı. Burun deliklerine kadar ilerleyen asit gözlerini yaşartırken, kusmuğunun arasında nefes almaya çalıştı. Ağzı ve şiddetle titreyen elleri, kendi kusmuğu ve yerdeki çamurla kirlenmişti. Deniz, kızın saçlarını yavaşça geri çekti ve üzerindeki eski tişörtü çıkarıp, ağzını ve ellerini sildi.

"Hadi, nefes al, bana bak..." Ellerini kızın yüzünün iki yanına yerleştirip, ona bakmasını sağladı. Üstünü zorlukla kapattığı dehşet ve sarsıntı, gözlerinden taşıyordu ama aklı ve bilinci hala yerindeydi.

"Öl-mek is-tiyorum." dedi kız, hırıltılı nefeslerinin arasında. Bütün vücudu, elektrik akımının altındaymış gibi sarsılıyordu.

"Biliyorum." dedi Deniz, kızı kendine çekerken. Göğsüne yaslayıp, sırtını yavaşça okşadı. Soğuk hava akımına rağmen, alev gibi yanan çıplak teni, kızın soğukluğuyla buluştuğunda ürperdi. Kapağın ardından hala, zayıf iniltiler ve kaybolmaya yüz tutan çığlıklar duyuluyordu. Başını kaldırıp baktığında, kapağın ulaşamayacağı kadar yüksekte kaldığını gördü. Düştüğünde kafasını yere sertçe çarpmıştı. Başı hala hafifçe dönüyordu.

"Buradan gidelim." diye fısıldadı. Kızın, dışarıdan gelen her çığlıkta daha şiddetli sarsıldığını hissediyordu. Cevap alamadığında, kızı kucakladı ve güçlükle de olsa ayağa kalktı. Anlık bir hatırlamayla, gözleri adamı aradı. Kanalizasyona benzeyen pis kokulu, hatların üzerine döşenmiş küçük ışık toplayıcılarla aydınlatılan berbat ve silindirik bir yerdeydi. Gözünün alabildiği hiçbir yerde, iri bir beden ya da karaltı göremedi. Kapaktan düşmeden önce, yabancının içeri atladığını açık ve net hatırlıyordu. Bırakıp gitmiş olabilir miydi?

"Kahretsin." diye fısıldadı. Adama güvendiği için aptalın tekiydi. Harita olmadan sığınağı nasıl bulabileceği konusunda hiçbir fikri yoktu. Kucağındaki zayıf bedeni, daha sıkı kucakladı. Kız artık titremiyor ya da inildemiyordu. Bilinci tamamen karanlık sulara gömülmüştü.

Kanalizasyonda, kör birinin tereddütlü adımlarıyla ilerlemeye başladı. Arada sırada, alçalmaya başlayan tavandan, saçlarına sular damlıyor; hızla geçip giden lağım farelerinin seslerini duyuyordu. Uzun bir süre, artık mekan ve zaman kavramını yitirecek kadar uzun bir süre, yürüdü. Yolun sonu gelmez bir şekilde aşağı doğru kıvrıldığını anlayabiliyor, bunun dışında hiçbir şey düşünemiyordu. Aşağı indikçe oksijen seviyesi azalıyor; sıcaklık artıyor, çıplak teninde ter damlaları oluşturuyordu. Kimi zaman çaresizce, ellerini kızın burnunun önüne yerleştirip, nefes alıp almadığını kontrol ediyor; cılız nefesini hissettiğinde bacaklarında biraz daha kuvvet buluyordu.

"Sana güvenmiştim." dedi kendi kendine konuşur gibi. Belki de sonunda aklını kaybediyordu. "Aşağılık bir katil olmana rağmen sana güvenmiştim."

Öfkeli ve sarsılmış nefesleri, kanalizasyon duvarlarında soğukça yankılanıyordu.

Kanalizasyonun, eski bir metro hattıyla birleştiğini fark ettiğinde, tabanları sızlamaya ve kolları isyan etmeye başlamıştı. Kaç saattir yol alıyordu? Üç saat? Dört saat? Bütün hayatı, bu pis ve kokuşmuş yer altı yollarında geçmiş gibi, yorgun ve bitkindi. Uzaklarda, tekinsiz ayak sesleri yankılandığında, düşürmediği gardının altında rahatladığını inkar edemezdi.

KOLYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin