Final - 46

30.9K 2.2K 842
                                    

Patlayıcı odasının ardında, anahtarları kirli ve terli avuçlarına gömmüş, gri gözleri karanlık bir heyecanla parlayan bir adam, kapıya yaslanmış, kesik kesik nefes alıyordu. Kapı kolunu zorlayıp kapının kilitli olduğuna emin olduktan sonra, gözlerini anahtar deliğine getirerek, tedirgin bir bekleyişle merdivenleri izledi. Çaylak askerin bir parça kuru ekmek ve bir tas suyla belirmesine az zaman kalmış olmalıydı. Üstelik asker, anahtarın yerinde olmadığını fark ettiğinde komutanı da peşinden sürükleyecekti muhtemelen. Onu hapsettikleri odada, başka birini kanlar içinde ve çırılçıplak bulduklarında yüzlerinde oluşacak ifadeyi hayal ederken, dudaklarının karanlık bir gülümsemeyle kıvrıldığını hissetti. Ayak sesleri duyduğunda nefesini tuttu ve gözlerini merdivenlere odakladı. Geliyorlardı. Ne var ki komutanın yanında gelen asker, her zamanki kızıl saçlı çaylak asker değil, üst düzey başka bir komutandı.

"Ensesinde verici buldum." diyordu komutan, sert bir sesle. "Ne kadar zamandır kontrol ediliyor bilmiyorum ama başımız belada. Anahtarlar yerinde yok."

"Askere ne yaptın?"

"Vurdum. Risk alamayız."

Öteki, anlaşılmaz bir homurtuyla onayladı. Konuşmalar ve ayak sesleri duyulmaz oldu. Aradan uzun dakikalar geçti. Eren'in sabırsızlığı gittikçe elle tutulur hale geliyordu. Kapıya yaslanarak sakinleşmeye çalıştı. Sonra, yaklaşan seslerini duyunca tekrar anahtar deliğine gömüldü.

İki komutan, ardında, kanlar içinde kalmış ve altındaki külot dışında çırılçıplak bir adamı sürüklüyordu. Adamın iniltisi koridorun uğursuz sessizliğini deliyordu. Onu kurtarmaya gelen adam ölmemişti. En azından henüz. Adamın kafasına sandalyeyi geçirmeden önce, ensesindeki alıcıyı açık ve net görebilmişti.

Komutanlar da adamın ensesindeki alıcıyı gördükleri takdirde, suçluluğuna tartışmasız bir delil getirilecek ve doğrudan idama götürülecekti. Bu gerçek, içindeki vicdanın kırıntılarını bir araya getirip, üzüntü ya da suçluluk duymasına yetmiyordu.

Öfkeli homurtular ve ayak sesleri uzaklaşıp yok olduğunda rahat bir nefes aldı ve gözlerini patlayıcıların üzerinde gezdirdi. Anahtarları yere bıraktı ve ayağa kalktı. Gülümsedi.

Yapması gerekenin ne olduğunu biliyordu. Enstitünün otoritesi, askerlerin gücünden geliyordu. Her türlü isyanı ve karşı çıkışı bastıran güç, askeri birimdi. Napoleon'un köpekleri* neyse, enstitünün askerleri de oydu.

Eğer birimi havaya uçurmayı başarabilirse intikamın en büyüğünü alabilir, bu tatmin duygusunun verdiği güçle yıllarca yaşayabilirdi.

Raflardaki patlayıcılara yaklaştı ve küre şeklindeki patlayıcılardan birini eline aldı. Üzerindeki zamanlayıcının kullanımı kolay ve anlaşılırdı. Kaç saate ihtiyacı vardı? Kafasından hızlı bir hesap yaptı. Adamın idam kararı en geç altı saat içinde verilecekti. İdamın uygulanması ise belki bir altı saat daha gerektirecekti. Askerlerin bu işi geciktirmeden bitireceklerine emindi.

İdamı, halkı rahatlatmak ve otoriteyi pekiştirebilmek için, halkın önünde gerçekleştireceklerdi. Yani on iki saat sonra bütün sığınak ve askeri birim ortak salonda toplanacak, adamın idamını gözlerinde dehşetle dolu bir onaylamayla izleyecekti.

Gülümsedi.

Zamanlayıcıyı on iki saat sonrasına ayarlayıp patlayıcının açılış düğmesine dokundu ve yeniden yerine bıraktı. Sonra sırasıyla, yaklaşık iki saat boyunca, raflardaki envai çeşit patlayıcıyı ayarladı.

Bir yandan da sayıyordu. Elliye yakın patlayıcının fitilini ateşlemişti. Böylesine büyük bir gücün beş katlı askeri birimin tamamını yerle bir edeceğini biliyordu. İşi bittiğinde yeniden kapıya döndü ve yaslandı, kollarını birbirine bağladı. Askeri birim, idam uygulaması için boşalmaya başladığında dışarı süzülecek, tıpkı idamı izlemeye giden bir asker gibi ortak salona gidecek; askeri birim yerle bir olurken komutanların yüzünde oluşan şoku gözleriyle görecekti.

KOLYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin