ANILAR DENİZİ

98 9 2
                                    

Ne kadar uğraşsam da Selin nereye gideceğimizi söylememekte ısrarcıydı. Genelde benden bir şey saklamayı pek beceremez ve ısrarlarıma yenik düşüp sürpriz bile olsa anlatırdı. Bu hali beni şaşırtsa da onu zorlamamaya karar verdim. Yaklaşık 80 dakikadır yürüyorduk ve nereye gittiğimiz hakkında en ufak fikrim yoktu.

"Ya ben daha kısa sürer diye hayal etmiştim internette iki saat içinde gidilir deniyordu."

Göz devirip baktığımda yol kenarındaki kaldırıma oturup isyan etti.

"Daha yarısını bile gitmedik."

Yol boyunca tek tük konuşmasından yola odaklandığını anlamalıydım.

"Allah aşkına biz nereye gidiyoruz?" derken yanına oturup oturmamakta emin değildim.

Çünkü oturursam ikimiz de baya uzun bir süre hareket edemeyecek üstüne ayak ağrısından duramayacaktık.

"Bize gidiyoruz tabi ki şapşal. Sana teklif etsem gelmezdin. Hep ben sizde kaldım. Bugün bizdeyiz. Bizimkiler Sakarya'ya düğüne gittiler."

Yüzüme kısa bir süre bakıp kahkaha atmaya başladı.

"Bu muydu?" bakışını hemen sil ve otur yanıma bu sabah gördüğüm bir rüyayı anlatacağım sana."

Etrafımda otobüs durağı hatta minibüs bile göremeyince yanına oturdum.

"Haberim olsa pijamalarımı alırdım. Seninkiler bana küçük geliyor. Her neyse, ne rüyası kız merak ettim."

İkimiz de birbirimize dönmüştük ve dizlerimiz birbirine değiyordu. Dalgalı kahverengi saçlarını arkaya attı ve yeniden gülmeye başladı.

"O kadar saçma ki. Film falan da izlemedim bu sıra ne alaka bilmiyorum yani."

Gülmesi komiğime gitmiş ben de gülmeye başlamıştım. Kesik kesik söylediği şeyler zaten zor anlaşılıyordu.

"Anlat şu an neye bu kadar güldüğümüzü deli gibi merak ediyorum."

Birkaç denemeden sonra nihayet gülüşünü durdurmayı başarmıştı. İki eliyle yüzünü serinletmeye çalışıp zaten akmış makyajını bozmamaya çalışarak gözünden akan yaşı sildi.

"Of gülmekten gözümden yaş geldi ağlamasak bari. Annemler sabah yola çıkacaktı ben de biraz sabahlayayım sabah 6 da onları yollar uyurum dedim. En son saat 5 de telefona baktığımı hatırlıyorum uyuyakalmışım."

Bazen heyecanlanınca ya da bir şeyler anlatırken detaylara girmeyi severdi. Bir de tabi ki çok hızlı konuşur ve bunu gülerek yaptığında onu anlamanız oldukça zorlaşırdı. Üstündeki pembe tişörtü çekiştirerek kendine hava vermeye çalıştıktan sonra devam etti.

"Bak şimdi rüyayı anlatıyorum. Seninle bir okuldayız. Ama ne ortaokula benziyor ne de liseye. Hayatımda hiç böyle bir yer görmediğime yemin edebilirim. Bir de garip bir şekilde kimse yok ve duvarlar bembeyaz. Birden etraftan zombiler çıkmaya başlıyor ki ben zombi filmi bile izlemem. Biz şok."

Kendimi tutamayıp güldüğümde kolumu dürttü.

"Dur daha en önemli yere gelmedik. Biz bunlardan kaçıyoruz ama peşimizdeler. Bir de gitmeye çalıştığımız bir yer var. Bir kapının önünde durup sakince vuruyoruz tokmağa. Neden sakiniz ya neden anlıyor musun? Her neyse sonra kapı açılıyor ve kim çıkıyor karşımıza dersin. Hülya Avşar. Ne alaka dimi? Mantıklı bir insan içeri girmeye çalıştığımızı düşünür. Ama tabi ki bu rüyada gram mantık yok. Ondan köfte tarifi istiyoruz."

Elimi dudaklarıma bastırdığımda gözlerim kocaman açılmıştı. Gülme krizine girmişti. İkimiz de yaklaşık iki dakika boyunca birbirimizi hafifçe ittirip kahkaha atmak dışında bir şey yapamadık. Israrla saçlarıyla oynarken bunaldığını düşünüp bileğideki siyah tokayı ona verdim. Saçlarını topuz haline getirirken konuşmaya devam etti.

SEKİZ KIRK BEŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin