Gül kokulu bahçede adımlarımı sayarken karnımdaki ağrı yüzünden gözlerim buğulanmıştı. Aslında yaşların bir an önce boşalması için onlarca sebep vardı. İki gündür ağzıma tek lokma dahi sürmemem yalnızca bunlardan biriydi. İnadımın saçma olduğunun farkındaydım ama başaracağıma da inancım tamdı. Eğer annem bana iyi davranırsa yemeğimi yiyecektim. Babam bugün bana gülümserse sofraya oturacaktım.Ne yazık ki bugünden de pek umudum yoktu.
Bağdaş kurup odamın penceresinin altında toprağa oturduğumda gözlerim karşımdaki evdeydi. O gideli iki gün olmuştu. Her uyuyup yeni güne uyanmamda bir şeyler kayboluyordu zihnimin derinliklerine doğru. İlk önce adı gitmişti aklımdan. Daha sonra da sesi...
Hatıramda yavaş yavaş değil çok hızlı kayboluyordu. Bunun farkındaydım ve bu berbat hissettiriyordu. Küçük bedenim bana iyi gelen tek kişinin gitmesini de kaldıramamıştı.
"Büyükler de iki günde bir insanı unutabiliyorlar mı? Neden aklımdan kaçıp gidiyorsun?"
Bu sorumun ardında oturduğum duvar sırtımdan kayarak hiçliğe karıştı. Gözümün önündeki ev hızla netliğini yitirirken kendimi okul sıramda yarı baygın bir halde buldum. Hava her zamankinden daha soğuk olduğu için hala karnımda bir ağrı vardı. Kızların ısrarlarına rağmen sınıftan dışarı adımımı atmamıştım. Tek başıma olduğum için sessizlik daha çok uykumu getiriyordu. "Kantinden ne zaman gelirlerdi, derslerin bitmesine kaç saat kalmıştı, gözlerimdeki batma hissi neden geçmiyordu?"
Başımı sıraya koyup pencereden bahçeyi izlemeye başladığımda görüş alanıma önce kar taneleri sonra da Levent girdi. Peltek Niyazi'ye kartopu atarken neşesi gayet yerindeydi. Yüzümde can bulan gülümseme suratının ortasına yediği karşılığıyla son buldu. Bir iki adım geriye yalpaladıktan sonra açığa çıkan yüzü hala neşesini koruyordu. Canının acımamış olması beni rahatlattı. O sırada kantinden çıkan Selin dikkatimi çekti. Ardından da Ayşenur, Meryem ve Ebru kendilerini gösterdiler. Selin Levent'i fark ettiği an hızını arttırdı. Bulduğu en büyük topluluktan kendine bir kartopu hazırlayıp Levent'in kafasına fırlattı. Neredeyse sınıfı dolduran bir kahkaha atmıştım.
Hep birlikte oynamaya devam ettiklerinde Ebru'nun sürekli Levent'in etrafında dolanması midemde tuhaf bir his bırakmıştı. Birkaç dakika geçmeden Levent duraksadı ve Selin'in kulağına bir şeyler söyledi. Aldığı cevap yüz ifadesini değiştirirken başını salladı ve hızla okulun kapısına doğru yöneldi. Kaşlarımın havalanırken bu kadar önemli ne olduğunu düşünmeden edemedim. Göz kapaklarım sonunda verdiği savaşı kazanıp kapandığında sınıfın kapısının açıldığını duymuştum. Başımı kaldırmamla yoğun bir baş ağrısı yüzüme hücum etti. Yüzümü ekşitip sağ elimin ayasını alnıma yasladığımda Levent'in sesini duydum.
"Bade..."
Elini omzumda hissetmemle ona doğru döndüm. Bakışları anında değişmişti. "Sana ne oldu?" Daha ben bir şey diyemeden elini alnıma götürdü.
"Bu halde seni nasıl yalnız bırakırlar?"
Fısıltı halinde çıkan kelimelerini zar zor duyabilmiştim.
"Sadece uykum var iyiyim."
Elimden tutup beni kaldırmaya çalıştı.
"Hadi kalk küçük hanım hastaneden sonra uyursun."
Elimi ondan kurtarmaya çalışırken bana doğru eğildi.
"Şu an kalkmazsan seni kucağıma almak zorunda kalacağım."
Yapmazdı. Ona meydan okumaya devam ettim.
"Hastanelerden nefret ettiğimi biliyorsun."
Burnumu sıkıp kaşlarını sevimli bir şekilde çattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEKİZ KIRK BEŞ
Novela JuvenilGökyüzü fazlasıyla bulutlu. Tatlı bir esinti saçlarımı okşuyor. İçimde nedenini bilmediğim bir mutluluk ile gökyüzündeki bulutları izliyorum. Bir tanesi maymuna benziyor, tam yanındaki de traktör gibi. Belki şu büyük bulut kocaman yaşlı bir ağaçtır...