"Sana bir teklif sundum," dedim keyifsizce.
"Hayatımı açık senet olarak önüne sermedim."
Vefa Deniz ellerini pantolonunun ceplerine sokup çitten ayrıldı ve kayıtsızca omuz silkti.
"Karar senin. Kabul edersen kalırsın, etmezsen gidersin."
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Bölüm şarkısı; Toygar Işıklı-Hayat Gibi.
Alaz Sözeri'den.
Yağmur taneleri önümdeki çimlere şıp şıp düşüp aralarında gölcükler oluştururken kıpırdamadan izlemeyi sürdürdüm. Hoyrat bir rüzgar sağanağı büküp verandaya savurdu ve üzerimdeki tente pat pat sallandı. Damlalar şarapnel parçaları gibi suratıma akın ettiğinde bile aldırmadım. Kuruyup çatlamış bir topraktan farksızdım ve iyileşmem için çok fazla can suyu gerekiyordu. Bu fırtınadan çok daha fazlası gerekliydi.
"Alaz Hanım," dedi hizmetlilerden biri. Ben yaşlarda sıska ve çekingen bir kızdı. Onu tanımıyordum. Gerçi kimi tanıyordum ki? Yokluğumda tüm yüzler değişmişti. Boz, Nihat Abi ve babam dışında herkes yabancıydı. Hatta onların bile aynı kişi olduklarından şüphe ediyordum. Nihat Abi, Nergis ablayı ve bebeğini kaybettikten sonra başka birine dönüşmüştü sanki. Boz bir deri bir kemik kalmıştı. Babam ise hangimize yetişeceğini şaşırmış durumdaydı ve muhtemelen kendi acısını yaşamayı bile erteliyordu.
Karşımdaki bahçe bile eskisi gibi değildi artık, canlılığını yitirip yozlaşmıştı. Yıllarca gülüp eğlendiğim, her köşesinde anılar biriktirdiğim harikalar diyarından eser yoktu. Sonbahar vurmuştu hepimizi, yapraklarımızı bir bir kopartıp atmıştı ve şimdi de çetin kışı yaşıyorduk. Zehir zemberek bir ayaz büyüyordu içimde, güzel duygularımın tümü buz tutmuştu. Güz sancısı içimi delip geçtiğinde ölüyorum sanmıştım ama acıların da misli varmış. Ağaçlar yaprak döktüklerinde değil de, keskin bir tipiye karşın çırılçıplak kaldıklarında idrak ederlermiş eksildiklerini. Tıpkı benim gibi.
"İçeri geçin lütfen. Üşüteceksiniz."
Üşümek. Islak ayaklarımı birbirine sürtüp çenemi dizlerimin üzerine koydum. Kendimi bildim bileli hiç ısınmayan ayaklarım vardı benim. Biri, her üşüdüğümde onları bacağının altına alır sıcak tutmaya çalışırdı. Bunu öyle gayriihtiyari yapardı ki, onun için bir zorunluluktan ziyade alışkanlık olduğunu düşünürdüm ve ömrümün sonuna kadar üşümeme asla izin vermeyeceğini sanırdım. Şimdi parmak uçlarımı harlı bir şömineye soksam yine aynı şekilde ısınırlar mı emin değilim.
Boz evin kapısına dikilip art arda havlayınca başımı hafifçe kaldırıp ona baktım. Yağmurun gürültüsünden haz etmezdi. Bu yüzden dışarı çıkmaya korkuyordu ama benim için duyduğu endişe onu cesaretlendirmek üzereydi. Patisini birkaç kez kapı eşiğinden dışarı salladı ama her seferinde korkuyla irkilip içeri geri soktu. Kendi etrafında pervane gibi dönerken sağanağa doğru havlamaya devam etti.
"Hanımefendi lütfen," diye sızlandı hizmetçi kız. Benimle sadece iki gündür ilgileniyordu ama şimdiden bıkmış olmalıydı. Belki de klinikten hiç dönmemeliydim. Herhangi bir tepki göremeyeceğini anlayınca üzerindeki ince hırkaya sarılıp içeri doğru koşturdu ve kapıyı zapt eden Boz'un yanından geçerken bacaklarını büzüştürüp duvara doğru sindi. Köpeğim onu ürkütüyordu. Oysa Boz, dünyada görebileceği en zararsız ve en hisli varlıktı. Başını yan yatırıp gözlerime bakan küçük dostuma yarım yamalak bir tebessüm gönderdim. Ben iyiyim, yatağa geri dön tebessümüydü ama onu ikna etmedi. Bir yağmura, bir de bana baktı ve sonunda dışarı uzatmakta tereddüt ettiği patilerini eşikten sallayıverdi. Tüm korkularına rağmen yanıma doğru koşturduğu sırada kalbimin ısındığını hissettim ama aldığım nefes kadar kısa bir andı.