Annemin yokluğunu ilk ne zaman fark ettim bilmiyorum. Daha doğrusu hayatımda anne diye bir figür olması gerektiğini nasıl öğrendiğime dair pek bir fikrim yok ama eksikliğini sorgulamaya başladığım an, şuan bile çok net.
Yaz ayıydı, güneşin yeryüzüne indiği kavurucu günlerden biriydi. Babam kurduğu yeni ortaklıkları kutlamak için bahçede küçük bir kutlama düzenliyordu. Barbekü partisi. Bu şekilde telaffuz edince mangal yakmak kulağa afilli geliyor olmalıydı. Babam üzerine geçirdiği önlükle mangalın başına dikilmiş etleri çeviriyordu. Gömleğinin manşetlerini dirseklerine kadar kıvırmıştı ve diğer eli cebindeydi.
Her ne kadar misafirlerine bizzat hizmet eden mütevazı bir ev sahibi gibi görünse de kendinden emin, vakur duruşuyla etrafına dizilmiş insanların üzerinde otorite kurduğunu görebiliyordum. Çardaktaki klimaların altında kadehlerini tokuşturarak hoş sohbetler eden tüm konukların dikkatlerinin bir kısmı babamın üzerindeydi ve ondan bariz bir şekilde çekiniyorlardı. Tabi bu detayları çok sonraları fark ettim. O partiye seğirtip babamın bacağına yapışırken tamamıyla çocuksu bir karmaşa içindeydim ve görgü kurallarını muhakeme edemeyecek kadar küçüktüm.
Babam, pantolonunun kumaşını çekiştirmemle birlikte irkildi ve etrafındakilerle konuşmaya ara verip bana baktı. Bakışları yarı şaşkın, yarı sevecen bir ifadeyle büyürken "Meleğim?" dedi şefkatle.
"Benim neden annem yok?"
Konuya bodoslama dalmamla birlikte kaşları yukarı kalktı ama bu sorunun, babamdan çok onu alıcı gözle süzen bekar kadınları şaşırttığına yemin edebilirdim. Hatta aralarından bazı yufka yüreklilerin, bu küçük çocuğun hayatındaki eksikliği gidermek için gönüllü olmayı düşündüklerine şüphem yok. Babam konukları umursamadan yanıma eğildi ve dizlerinin üzerine çöküp göz göze gelmemizi sağladı. Parmaklarını saçlarımdan geçirip yana doğru tararken "Bu da nereden çıktı kızım?" diye sordu.
"Dadı'nın anlattığı tüm masallarda çocukların annesi var ama benim yok," dedim kirpiklerimi kırpıştırarak.
"Neden yok baba, yaramaz olduğum için mi?"
Babam ne diyeceğini bilemeden etrafına bakınınca bize odaklanmış gözler hemen dağıldı ve konuklar, kendi sohbetlerine döndüler. En azından dönmüş gibi davrandılar. Babam üzerindeki önlüğü çıkartıp hizmetçilerden birine tutuşturduktan sonra "Siz devam edin," deyip beni kucağına aldı. Eve doğru yürürken boynuna sarılıp başımı göğsüne yasladım. Kokusu, çikolatalı kekten bile güzeldi ve göğsü, en yumuşak ayıcıklarımdan daha rahattı. Dadım, ağır aksak adımlarıyla peşimden koşturamadığı için beni ancak içeri geri girdiğimizde yakalayabilmişti. Merdivenin son basamağını nefes nefese inerken bizi görünce iki büklüm oldu.
"Kusura bakmayın Rıza Bey, öğle uykusuna yatıracaktım. Masal anlatırken birden fırladı gitti, tutamadım."
"Sorun değil, Alaz'ı ben uyuturum. Siz dinlenin."
Birlikte basamakları tırmanarak odama ulaştık. Babam, beni yatağa bırakıp karşıma oturdu ve hüzünlü bir ifadeyle iç çekti. Başımı omzuma yatırıp onu izlerken "Neden üzgün bakıyorsun baba?" diye sordum.
"Bugün kahvaltıdan önce çikolata yediğim için mi? Dadım bunu yaparsam karnımın ağrıyacağını ve senin üzüleceğini söylüyor. Karnım ağrımadı ama sen üzüldün mü yine de? Yoksa bu yüzden mi annem yok benim? Seni üzdüğüm için mi?"
Başını hızla iki yana salladı ve "Hayır bebeğim," dedi. Tekrar saçlarımı okşayıp kararsız bir şekilde gözlerime baktı.
"Sen akıllı bir kızsın ve beni üzmüyorsun."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK UYKUSU
Dragoste"Sana bir teklif sundum," dedim keyifsizce. "Hayatımı açık senet olarak önüne sermedim." Vefa Deniz ellerini pantolonunun ceplerine sokup çitten ayrıldı ve kayıtsızca omuz silkti. "Karar senin. Kabul edersen kalırsın, etmezsen gidersin."