1.8

2K 178 176
                                    

Simay'ın yetimhaneden alındığı gün.

Simay, ellerini yanaklarına yaslayıp araba canımdan dışarıyı izlerken fazla sessizdi. Mavilerine yeşiller bulaşmış gözleri yanıyordu, acıyordu, kızarmıştı çünkü büyüyeceği o yetimhaneden ayrılırken çok ağlamıştı.

Poyraz saçlarını sevmişti, ağlama demişti ona; iyi bir hayatın olacak, iyi bir aileyle büyüyeceksin, daha iyi arkadaşların olacak, seveceksin, sevileceksin, demişti. Sonra da kollarını ona açıp, beni unutma, diye yakınmıştı. Beraber koştuğun, oynadığın, gecelerini paylaştığın beni unutma, demişti ona.

Simay ölse unutamazdı Poyraz'ı. Burnunu hafifçe çekip ellerini bu sefer gözlerine götürdü. Ardından başını cama yasladı ve sadece yolu izlemeye başladı.

"Melek iyi iş çıkarıyor." dedi onu alan kadın. Birden Simay'dan uzaklaşmış, kendisini onun eşi diye tanıttığı adamla konuşmaya başlamıştı. "Bu artık yirmi ikinci çocuk. Diğer yetimhanelerden bu kadar çocuk almamıştık."

"Evet," dedi adam. "Turnayı gözünden vuruyor. Ama karşılığını da iyi alıyor." Kadın başını salladı. "Öyle," dedi sadece. "Patron onu seviyor. Elinden bırakmaz kolay kolay."

Simay konuşulanları dinliyordu ama anlamıyordu; nasıl anlardı ki? Daha küçücüktü.

"Yeni malları getirmişler mi Erhan?" diye sordu kadın. "Şu kızda deneyelim onu. Baya dayanıklı duruyor. Diğerleri fazla cılız. Yaşayamazlar ölürler." Adam başını salladı. "Patronun pek umurunda olmaz ölüm." dedi sadece. "Fakat evet. Yüksek dozdan kaybederiz çoğusunu. Bu kız iyi eleman. İyi eleman da ilk önce alıştırmak lazım."

Bir kaç dakika sonra araba durdu. Kadın arabadan indi ve arka kapıyı açıp Simay'a elini uzattı. Simay minik avcunu kadının eline sardı ve onunla yürümeye başladı. Erhan en öndeydi, Mine ve Simay onu takip ederken Simay, gözleriyle etrafı tarıyordu.

Küçük bir evin önünden geçtiler. Ardından izbe bir yola saptılar ve büyük bir deponun önünde durdular. Kapı açıldı. Mine Simay'ın elini bırakmadan içeriye adımladı.

İçeride onlarca çocuk vardı; bazıları on yaşındaydı, bazıları on dört, bazılarıysa on altıydı. Hepsi fazla büyük değildi. Hepsinin göz altları mosmordu, yüzleri solgun, kolları ise çiziklerle doluydu. Hepsi fazla bitkindi. Hepsi fazla yorgundu ve hepsi fazla umutsuzdu.

Simay garipsedi bu durumu. Neredeydi onun odası? Neredeydi onun arkadaşları, ailesi, dostları? Daha zamanı değil, diye düşündü içinden. Biraz sonra eve gideceğiz, dedi.

"Kız bu." dedi Mine. Cüsseli bir adamın önünde durmuşlardı. Adam büyük paketlerden başını kaldırıp Simay'a baktı. "İyi." dedi sadece. "Yeni mallar daha gelmedi. Eskilerle idare edin. Alıştırın ilk önce." Ardından başını geri işine çevirdi.

Mine Simay'ı yeniden yürütmeye başladı. Bir sandalye çekti önüne. Simay'ın kollarını tuttu ve onu sandalyeye oturttu. Simay'ın ayakları daha yere bile değmiyordu. İlk önce kendisine bir adet eldiven aldı. Ardından Simay'ın sol kolunu kavradı ve onu kıvırdı. Ardından bir iğne aldı, işin bir şeyler doldurdu; bu uyuşturucuydu ama Simay'ın bundan haberi yoktu.

"O ne?" diye sordu Simay. Mine Simay'a yumuşak bir bakış attı. "İlaç küçüğüm." dedi. "Hastasın sen. Soğuk kapmışsın. İyileştireceğim seni. Kolunu uzat bana."

Simay Mine'nin yukarıya doğru kıvırdığı tişörtünün kollarını geri indirdi. "İstemem ben." dedi. "Çok istersen kendine yap." Mine sinirini küçük kıza belli etmedi. "Ama canım," dedi. "Ben basta değilim ki. Sen hastasın. Uzak şu kolunu."

Averda (gxg) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin