𝙀𝙞𝙜𝙩𝙝

195 22 84
                                    

Mᴇʀʜᴀʙᴀᴀ, ʙᴜ ʙᴏʟᴜᴍʟᴇʀ sɪᴢᴇ ʙɪʀᴀᴢ sɪᴋɪᴄɪ ɢᴇʟᴇᴄᴇᴋ ʙɪʟɪʏᴏʀᴜᴍ ᴀɴᴄᴀᴋ ᴏᴋᴜᴍᴀɴɪᴢᴅᴀ ɢᴇʀᴇᴋɪʏᴏʀ ᴏɴᴇᴍʟɪ ᴅᴇᴛᴀʏʟᴀʀ ᴏʟᴀʙɪʟɪɪʀ;)

Yanında huzur bulduğu, papatya kokulu çocuğun uyurken bile gözüktüğü bu masum pozisyon onu kendine hayran bırakmaya yetebilirdi. Huzur bulduğu bu ortamı bölen tek şey, içerdeki koltukta bıraktığı telefonunun aptalca ötüşüydü. İlk başta öflenmeye çalışsada, sonrasında hastanede bıraktığı bir parçasını hatırlayınca koşa koşa gitti. Elinde neredeyse kapanmak üzere olan telefonunu alınca, nedensizce rahatladı çünkü arayan hastanedeki doktorun numarası değildi. Zaten doktor onda kayıtlıydı, arayan Minho idi. Birkaç gün önce onun her ne kadar kırsa, üzse bile asla Minho onu bırakamazdı. İkisi kan bağı olmayan kardeşlerdi.. Daha fazla bekletmemek için açtı telefonu Hyunjin, karşıdan gelen yorgun, huzursuz sesi duymak onun için isteyeceği son şeydi. "Minho?"

"Hyunjin, ben üzgünüm seni aramalıydım.. Özür dile-"

"Minho, Minho, hayır kalbini kırmamalıydım ancak.. Halimi biliyorsun, doğru dürüst uyumuyorum, annemin haberini almış olmalısın. Bugün yanına gideceğim, çünkü.. Biliyorsun ya, az zamanı kaldı" gözlerine hakim olamıyordu artık, lakin asla dün gece Felix'in dediği şey olacağını düşünmemişti. Yere düşen kan damlasıyla, geriledi biraz.. "Min-Minho, ben seni arayacağım" hızlıca kapadığı telefonu attı yeniden koyduğu koltuğa. Ellerinin birini gözüne getirdi, gerçekten, gerçekten kan ağlıyordu. Her ne kadar nedenini bilse bile, korkutmuştu onu. Hemen alt kattaki lavabolardan birine hızlıca yol aldı, yüzünü yıkadı hafifçe biraz gözleri yansada senini çıkarmadı. Islak yüzünden usulca süzülen su damlalarını izledi aynadan, bu çaresizliği hiçbir zaman yaşamamıştı. Daima bileğinde taşıdığı annesinin tokasıyla bağladı saçlarını, yarım bir şekilde. Sonra, gözlerini sildi peçeteyle. İçeri girip, yere damlayan kan damlalarını sildi. Dünden beri evde duran o minik kedilerini kucağına aldı, baktığında Yeji'yi gördüğü gözlerini izledi kedinin. Ancak sonra yaptığı saçmalığı fark edip ayırdı ufak tüylü şeyi kendinden. Birkaç dakika parkelerle bakıştıktan sonra, merdivenlerden büzük dudakları, dağınık saçları ile kanatsız bir melek edasıyla inen çocuğa kaydu bakışları. Felix iner inmez fark etmişti, büyük olanın ağladığını. Acımıştı kalbi az olsa, gerçekten istemiyordu onu böyle görmeyi. Evet, şuana kadar kimseyi siklemeyen Lee Felix, şuan onu düşünüyor ağlamamasını istiyordu. Bu hisler ikisi içinde, yüreklerinin bir bölümünde parmaklıklar arasında kalmış duygulardı.. İsteselerdi o parmaklıkları tek hamlede birbirlerine açabilirlerdi, lakin ikisininde durumu ortadaydı. Şayet ben, şuna inanırım; bir aşk imkansızsa, o imkansızdır. Ne zorlamaya, ne de iteklemeye gerek vardır.

İkiside bir süreliğine, aynı evde yabancı gibi birbirlerine iki kelime etmemeye yeminli gibilerdi. Hyunjin her zamanki gibi klasik masasında oturmuş, bilmem kaçıncı kahvesini içiyordu, ha birde sabah sigarasını. Evdeki bu kokuyla giren kişi sanırım hayatını kaybederdi, ancak bu onlar için sanki hergün sıktıkları bir parfüm kokusu gibi normaldi. Aklına gelenlerle boş kahve bardağıyla kalktı genç adam, Felix artık bıkmıştı kahve içesinden dudaklarını hızla aralıyıp konuştu. "Yeter artık, yüz milyonuncu kahveni içiyorsun zararlı diyorum dinlemiyorsun" genç adam kaşlarını çatıp sırıtarak arkasını döndü, biraz gözlerinin içindeki o yalvarır ifadeyi izledi hoşuna gitmişcesine. Sonra bardağı birikmiş bulaşıkların yanına bırakıp, merdivenlerin yanına ilerledi. Odasına çıkıp her zamanki bir kot ve sweatini giyip çıktı. Felix meraklı gözlerle bakıyordu, bir yere gidecekse ona neden dememişti? Bu kadar önemsizmiyim? Gibi düşüncelere daldı, ta ki Hyunjin onun kafasındaki bütün soruları cevaplayana kadar.

"Anneme gidiyorum, hemen dönerim"

"Bende gelebilirmiyim" genç adam şaşırmıştı bu teklifine küçün, ona her ne kadar başta açıklamak istemesede şuan içinde nedensiz bir güven bağı oluşmuştu. "Lütfen" deyince kısa olan, dayanamadı genç adam. Onu kıramıyordu.

"Pekala gel" Felix üstündekilerle kapıya ilerlediğinde, diğeri onu durdurdu.

"Hey, bunlarla mı gideceksin?"

"Ne giyeyim, etekle crop mu?" başını onaylamaz şekilde salladı, göz devirip çıkamaya başladı usulca merdivenleri kısa olan. Hyunjin'se bekletilmekten nefret ettiğinden, sıkıntıdan patlıyordu. Amma ve lakin, merdivenden görünen manzara onu gerçekten patlatmıştı. Felix öyle derken ciddi olmadığını zannediyordu, daha ilk gün takım elbiseyle ortaklarıyla görüşen çocuk, şuan boğazlı kısa bir crop ve kot eteğiyle karşısındaydı büyüğünün. Yutkundu, sadece bunu yapabildi. Birkaç kez kırpıştırdı acıyan gözlerini, eğer rüya görüyorsam uyanayım diye. Fakat ne bir rüyaydı, ne de bir hayal. Felix yanına geldiğinde, Hyunjin'e tek bir bakış bile atmadan çıktı evden. Genç adam ise kalakalmıştı, tabii ki küçük olan çağırana kadar. "Hey, sen olmadan binemiyorum Hwang. Arabanı açarmısın?" irkilip döndü arkasını, ilerledi yanına. Kilidini açtığı arabaya hızla bindi Felix. Oda sürücü koltuğuna doğru ilerledi..

"Felix, sen.. Beni öldürmeye mi çalışıyorsun?" dedi çalıştırmadan aracı. Çenesini kavradığı küçüğün kusursuz yüzü, onu gerçekten öldürüyordu. Felix ise sadece sırıtıyordu yandan, asıl amacı buydu aslında. Amacına ulaşmakta, ona cidden zevk veriyordu, koca ellerinden kurtulup önüne döndü. Hyunjin'se hala bakıyordu ona, ancak annesi aklına gelir gelmez ciddileşip döndü önüne. Yol boyunca tek kelime etmemişler, sadece arada bakışmışlardı. Büyük olan gerçekten stresli görünüyordu, sürekli direksiyondaki ellerini sıkıyor, oynatıyordu. Tabi bu, hastanenin girişine gelince artmıştı. Bir süre arkasına yaslanıp gözlerini kapadı, kendini anılara verdi. Kendine her ne kadar olumlu şeyler aşılamaya çalışsada, hep bir köşesinde vardı umutsuzluk... İç çekip arabın kapısını açıp indi, Felix ise neden hastaneye geldiğini anlamış değildi. Garipseyen gözlerle bakınıyordu, biraz düşündü, gitmelimiyim yoksa kalmalımıyım? 'Arabada oturup n'olacak?' diye düşününce aniden inip peşinden gitti Hyunjin'in. Girince göremediği hastanede gözleri koridorları tarıyordu. Biraz dolandı, ancak nereden bilecekti ki? Hyunjin'in annesinin yoğun bakıma alınmış olabileceğini. Peki ya bunu nereden bilecekti, Hyunjin'in yoğun bakımın girişinde diz çöküp, gözlerinden damlayan kan damlalarının aktığını. Boş yoğun bakım koridorunda yankılanan genç adamın gür sesi, ne korkunçtu ne de güzel. Sanki sözlükteki 'acı' kavramı sadece Hyunjin'in sesiyle anlatılabilir gibiydi. Küçük olan titreyen bacaklarıyla ilerledi yanına genç adamın. Dizlerinin üzerine çöküp bu sefer çenesini kavrayan o olmuştu. Kanlara bılanmış yanakları, kıpkırmızı şiş dudakları. dağışmış saçıyla, tarif edilemeyecek kadar güzeldi o.

O kadar umutsuz bakıyordular ki birbirlerine, annesinin durumu kadar, Yeji'in vakası kadar, aşkları kadar umutsuz bakıyorlardı sadece birbirlerine...

Sɪᴢᴄᴇ Hʏᴜɴᴊɪɴ ᴠᴇ Fᴇʟɪx'ɪɴ ᴀşᴋɪ ɢᴇʀᴄ̧ᴇᴋᴛᴇɴ ɪᴍᴋᴀɴsɪᴢ ᴍɪ? Yᴏᴋsᴀ ɢᴇʀᴄ̧ᴇᴋᴛᴇɴ ᴋᴀʟᴘʟᴇʀɪ ᴇsɪʀ ᴏʟᴍᴜş ʜᴀʟᴅᴇ ᴍɪ?
Oᴋᴜᴅᴜɢ̆ᴜɴᴜᴢ ɪᴄ̧ɪɴ ᴛᴇşᴇᴋᴋᴜʀʟᴇʀʀ..

𝘼𝙜𝙚𝙣𝙩ʰʸᵘⁿˡⁱˣ  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin