𝙀𝙡𝙚𝙫𝙚𝙣

144 18 54
                                    

Mᴇʀʜᴀʙᴀʟᴀʀ
Aşşɪʀɪɪ ɢɪᴢᴇᴍ ғɪşᴋɪʀᴀɴ ᴏ ʙᴏʟᴜᴍ..
Gᴏʀᴜʀᴜsᴜᴢᴢ!

Mırıldanarak girdi, iki haftadır merakla aradığı Hyunjin'in dağılmış odasına. O inanmak istemiyordu, genç adamın öldüğüne. Belkide doğru düşünüyordu? Ama, birine deseydi bu fikrini, herhalde şizofren olduğunu düşünürlerdi. Oh, bu iki haftada ne mi olmuştu? O telefon konuşmasından sonra tabi ki Felix, -işini yarım bırakarak- yanına gitmişti büyüğünün. Ancak asla dağılmış bir ev görmeyi beklemiyordu, alev alan evin önünde diz çöküp kalmıştı saatlerce. Komşular aramıştı itfaiyeyi, yangın söndürülmüş sağlık ekipleri çağrılmıştı. Kimse içinden o bembeyaz tenli uzun saçlı çocuğun çıkmasını beklemiyordu tabi. Komşular, Hyunjin'i ve annesini iyi tanıdıklarından yaşlara boğulmuştu. Felix mi? O bir kaç dakika ağzı açık bir şekilde kalakalmıştı, ne ağlıyor, ne gülüyordu. Kaskatı kesilmişti, sonrasında açıldı tabiki.. Fakat açılıt açılmaz attığı kahrolmuş çığlık yankılanmıştı bütün Seul'de. Sürekli morga kaldırılan genç adamın yanına gitmeye çalışmış, saniyesinde tuhaf bir halde teklifi reddedilmişti. Normalde morgdaki hastalar kısa bir süre bile olsa ziyarete açık olurdu. Şuansa, elinde bitirmek üzere olan kaçıncı sigarasını tutan Felix odanın her bir yanını didik didik ediyordu. Bomba patlatıldığı ekipler tarafından onaylanmıştı, yarı yanmış o masanın üzerinde duran telefon adeta 'bende bişey var!' diye bağırıyordu küçüğün gözünde. Tabiki telefon Hyunjin'in cebinde olduğundan, ısı almış, artık açılmıyordu. Bir kaç defa açmayı denediği telefon, bir türlü açılmıyordu. Cebine attı bozuk telefonu, tanıdığı harika bir telefoncu vardı ona götürse içindeki verileri silmeden bir çare bulur diye düşündü. Sonrasında masanın çekmecelerini karıştırdı, çıkan defter, kaşlarının yukarıya kalkmasına sebep olmuştu. Bu bir albümdü, ölen kız kardeşinin fotoğraflarından, kendisinin habersiz çekilmiş milyonlarca fotoğrafına kadar gidiyordu bu albümün sayfaları. Dolan ve görüşünü engelleyen yaşları temizledi, sonrasında defteride ufak çantasına koydu. Daha fazla duramayacağını düşündüğü evden çıktı. O sırada tam kapının ağızında başını eğmiş gözlerinden yaşlar boşalan Minho, hiç olmadığı kadar ağlıyordu. Bir kez daha kala kaldı orada küçük beden, ne yapmalıydı? "M-Minho" normalde bir defa bile titremeyen o sesi, tir tir titriyordu. Minho, bakışları küçüğe çevirdiğinde, onun bile kalbi acımıştı. Bir damla yaş süzüldü yanağından, dahasını istemiyordu, 'hayır daha fazla ağlayamam' diyordu. Elini, karşısındaki bedenin omuzuna attı. "Onu bulucam, o ölmedi, Hyunjin annesini bırakamaz" koşarak terk etti siyahlanmış evi. Yaşlar boşalırken gözlerinden tek düşündüğü şey genç adamdı. Acıyordu artık gözleri, yüreği, bedeni yorgundu. Hayatında bu kadar ağladığını bilmiyordu, onu çok özlemişti. Çok.

Evinin önüne varmasıyla tam kiliti açacakken çaldı telefonu, bilinmeyen numara cidden garipsetmişti onu. Çünkü numarasını belirli kişiler bilirdi ve eğer o kişiler başkasına söylerse cezasını fazlasıyla almıştı şuana kadar. Açtı. Ancak kulağına gelen korkunç çığlıklar bacaklarını titretti onun. Ses kime aitti? Bilmeden sessizce ve sakince dinledi, ta ki o lafa kadar..

"Yeter, yerinde dur Hyunjin!"

"Bırakın annem hasta nolur" bitik sesi bitirmişti onu, dudakları aralandı küçük bedenin. Yanakları ıslandı anında, kim bilir ona ne işkenceler yapıyorlardı, yapmışlardı. Telefonun sahibi kimdi? Yoksa Hyunjin bilmediği bir telefondan onumu arıyordu onu?

"Siz kimsiniz!"

"Lanet olsun, Kimi aradın sen!" arkadan gelen kütür patır sesler diken diken etmişti tüylerini. Bir süre ses duyulmadı, sonra duyduğu lafların uzun süre etkisinden çıkamazdı sanırsa.

𝘼𝙜𝙚𝙣𝙩ʰʸᵘⁿˡⁱˣ  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin