29. BÖLÜM; İÇİMDEKİ MAHKUM

1.9K 98 16
                                    


Sezen Aksu, Son bakış.

Küçüktüm, acizdim, mahrumdum herşeyden.

Sevgi ne demek dokuz yaşıma kadar iliklerimde hissederken, şimdi o hissin ne olduğunu bilmiyordum bile. Acizdim şimdi. Her bir duygu kırıntısına aciz bir kuldum. İyi şeylerin her zaman zarar vereceğini düşünen aciz biriydim. Eflâl'di bu iyi duyguları hissettiren. Onun da hakkına girerek ona da mutluluğu haram etmekten başka birşey yapmıyordum.

Bir ömrüm var, sonuna kadar onunla yaşayacaktım.

Bir ömrü vardı, sonuna kadar benimle yaşayacaktı.

Bunu bilerek daha ne kadar bu halde olacak, mutluluğunu zehir edecektim?

Ölüm vardı. Eksik kaldığımı bize hissettirecek o ölüm elbet bizi de bulacaktı...

Yapma Zelal, akışına bırak artık. Olan olsun. dedim kendime.

Eflâl, çıkmıştı odadan. Onu da sessizliğe mahkum edip, gitmesini sağlamıştım. Pişmandım. Ona da bu reva görüp, mutlu bir adamı mutsuz yaptığım için pişmandım. Bu yüzden bile, bana kötü davranmaya hakkı vardı. Bu yüzden bile bana artık iyi şeyleri hak görmemeye hakkı vardı. Benim ona yaptığım bu acımasızlıkla, onun bana yapacakları ancak öyle eşit olurdu belki de...

Odadan çıkmıştım, merdivenlerden inmeye başladım.

Tepkisiz kaldığımda Eflâl, yemeğin hazır olduğunu söyleyip o kırgın bakışları eşliğinde çıkmıştı odadan.
Konuşmam gerekiyordu onunla.

Aşağı indiğimde, masanın baş köşesine oturmuş, iki eliyle başını sarmış bir vaziyette duran adamla karşılaştım.

Durmadım, ilerledim birkaç adım sonrası yanında durdum. Hemen sol köşesini bana hazırlamıştı. Masaya baktım, mercimek çorbası, çoban salata ve su vardı. Kısıtlı malzemelerle iyi bir sofra kurmuştu.

Hala bana bakmadı, daha fazla ayakta durmadan oturdum.

"Eline sağlık." dedim çekimser bir şekilde.
Bana bakmadı, "afiyet olsun." dedi kısık sesiyle.

Elime kaşığımı alıp çorbaya daldırdığımda, bekledim. Göz ucuyla Eflâl'e baktım. Hala önüne bakıyordu.

"Sen yemeyecek misin?" diye sordum.

Sessizliği hoşuma gitmiyordu.

"Yiyeceğim," dedi fakat hala önüne bakmakla meşguldü.

"Eflâl?" dedim bana bakması için. "Yüzüme bakar mısın?" Kara harelerini görmem gerekiyordu. "Bak ben sadece..." dedim, kelimeler orada takılı kaldı.

Başını kaldırdı, sonunda yüzüme baktı.
"Hiçbir şey açıklamak zorunda değilsin Zelal, ben seni anlıyorum. İnan sorun yok."

Derin bir sessizliğe büründü masa. Nasıl izah edeceğimi bilmiyordum.

Tahammül edilecek biri değildim. Takıntılı biriydim. Kimi için çok basit olan şey benim için çok önemli olabiliyordu. Herşeyi o kadar detaylı düşünüyordum ki, bazen kendime tahammül edemiyordum. Çok konuşurdum fakat susmalarım daha çoktu. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp kendi psikolojimi yitirirken karşımdaki insanı da bıktırırdım.

Eflâl, gelen telefonla çıkmıştı yukarı ve daha da gelmemişti. Bende sofrayı toparlayıp, odaya gelmiştim. Yan yana olan odalara geçmiştik.

Bu koca evde, kimsesinin olmadığını bilerek tek başıma uyumak korkunç geliyordu bu odada. O yüzden üzerimi değiştirdiğimden beri gözümü yumamamıştım. İçimdeki sıkıntılar büyüdükçe dayanadım, hızla yataktan kalkıp, dışarı çıktım. Eflâl'in kaldığı odanın önünde durdum.

KİMSESİZLİĞİMİN KURTULUŞU Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin