dokuz

145 16 17
                                        


"Baby it's, baby it's you." Dedi gözlerimin içine bakmayı sürdürürken. Çok tutmadı gözlerini benimkilerde, hızlıca yanımda oturan görevlilere kaçırdı.

Kısa süreli ve tesadüf olduğu bariz olan bir şey olduğunu ben bilsem de kalbim pek farkında değil gibiydi, hızlı hızlı atmaya başladı. Boğazımı temizledim.

Kulise tekrar girip telefonumu elime aldım, bir yandan boşta kalan elimi kalbimin üstüne koydum. Neden böyle olduğuna dair hiçbir fikrim olmasa da ses etmedim, ki büyük ihtimal ortamın fazla sesinden olmuştu. En azından ben böyle düşünmek istiyordum.

Elimi göğsümün üstünde tutup boşluğa bakmaya devam ettim. Sonuçta kuliste kimse yoktu, kimse neden burada bunu yapıyor olduğumu sorgulayamazdı.

Ben bile sorgulamıyordum zaten.

-

"Yarın sabah saat 8 uçağımız var, haberiniz olsun. İyi iş çıkardınız, dinlenin." Dedikten sonra odasının kapısını hızlıca kapattı menajer.

Bense odama girmedim, uzun koridorun sonunda kalan asansöre binip en yukarıda kalan düğmeye bastım.

Küçükken televizyonlarda gördüğüm büyük adamlar, büyük kadınların bir terasta yıldızları izleyişlerini izler, onlara imrenirdim. Konuştukları konu genellikle aşk olurdu, biri karanlık gökyüzünü izlerken diğeri ise konuşup duranı izlerdi.

O zamandan beridir bir otelin terasına çıkıp yıldızlara bakmak hayallerimden biri olmuştur ve şimdi bu hayali gerçekleştirmenin tam sırasıydı, elimdeki fırsatı değerlendirmek istiyordum.

Asansörün kapısı açılınca ben de ilerledim, derin bir nefes aldım. Etrafta beklediğim gibi kimse yoktu ve buna bağlı olarak da derin bir sessizlik hakimdi.

Görmeyi beklemediğim havuzun dingin sularına vuran Ay ışığına baktım, bir yandan da adımlarımı daha ileri yönlendiriyordum. Gözlerimi yukarılara kaydırdım, dudaklarım benden izinsiz aralandı.

Yıldızlar daha net, daha duru gözüküyordu gözüme. Sanki elimi atsam içlerinden birini tutar gibi hissediyordum, göğsüm kafesinde bu hissin heyecanıyla çırpınıp duruyordu.

Şezlonglardan birine oturdum, etrafıma bakındım nedensiz. Sessizlikle aram çok yoktu, hatta sevmezdim de. Boğazımı temizledim, ellerimi birleştirdim. Sonuçta etrafta kimse yoktu, bu durumu lehime kullanabilirdim.

"When you get older, plainer, saner...*" diye mırıldandım utanarak. En azından bir şarkı mırıldanmak, bir şeyler söylemek sessizliği dindirirdi.

(*: LP'nin Lost On You şarkısı.)

Yıldızlara tekrar çevirdim gözlerimi, titreyen yıldızlara. Ay bugün şansıma dolunaydı ki onu tamamen görebilme şansına sahiptim.

Neden bilmem, bir anda kalbime bir şey saplandı. Yalnız olmaktan memnundum, şu an burada tek başıma olmaktan memnundum ama kalbimde bir boşluk vardı ki bu boşluğa ben bile anlam veremiyordum.

Fakat mâni olmak da elimden gelmiyordu.

Yavaş, yumuşak bir rüzgar kamçıladı yüzümü, kapalı tuttuğum gözlerimi açmamı söylermiş gibi yüzümü okşadı. Gözlerimi açtım, bakmaya devam ettim gökyüzüne.

"Will you remember..." dedim bu sefer daha yüksek sesle, devamını getirecekken aldığım nefes bana mâni oldu. Yıldızlar kıpraşmaya, Ay parlamaya, rüzgar esmeye devam etti. Bir elimi saçlarıma götürdüm, yavaş yavaş karıştırdım. Bir anda hışırtılar durdu, rüzgarla birbirine çarpan yaprakların sesi kayboldu. Öksürdüm, üstüm bu rüzgarlar için inceydi.

Umarım hasta falan olmazdım.

"...all the danger we came from?" Aniden gelen sesle arkama döndüm, gözlerimi sesin sahibine, Bay Jeff'e sabitledim. Saten, siyah gömleği Ay'ın ışığıyla göze çarparken elinde tuttuğu iki bardaktan birini bana uzattı, yanımda duran şezlonga oturduktan sonra bana bakmaya devam etti.

CK ও jeffbarcodeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin