-BÖLÜM 7-

94 11 2
                                    

Evet ben geldiim.

Size biraz uzun bir bölümle geldim.

Ruhsal olarak sıkıntılı zamanlardan geçiyordum. Yoksa gecikmezdi bu kadar. Yine de tamamladığım için kendimi tebrik ediyorum gerçekten. Hiç yazamayacağımı düşündüm. O kadar tuhaf bir haldeydim yani. Bahâ tarihinin en uzun bölümüyle sizi baş başa bırakıyorum. Güzel yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

(Bölümü düzenlerken Ahmet Kaya dinlemem dışında bir sıkıntı yok dsfklksldllsk)

.......


"Kimine göre bizim için en iyi olan erdem, kimine göre keyif, kimine göre doğaya uymadır; kimi bilimde görür onu, kimi acı duymamakta, kimi görünüşe aldanmamakta." der Montaigne denemeler kitabında, iyiliğin tanımını yaparken. İyiliğin de kişiden kişiye göre değiştiğini, ama her ne olursa olsun, bir şeye veyahut birine bir yararının olduğunun bilincine vararak anlatır. Değişiyor mu gerçekten iyilik? Montaigne haklı mı bu denemesinde?

Bence çok haklı. Bir iyilik yararlı olmalı öncelikle. Ama ben gizlisinde kararlıyım. Eğer bir iyilik yapıyorsak, bunun en asgari şekilde kişinin bilmesi benim için çok büyük bir önem arz eder. Ne kadar az kişi bilirse o kadar çok mutlu olurum. Ve ne kadar çok kişi etkilenirse bir o kadar daha mutlu hissederim. Tabi bu bir başkasına göre değişebilir. Biri yaptığı iyiliği gözlerin önünde sunmayı sever. Biri de birini bile mutlu ederek mutlu olur mesela.

Şuan da yaptığımız şeyin en az kişi tarafından bilinmesini isteyen ben ve ailem gibi.

"Anne bu katta ki masalar tamam. Aşağıda eksik varsa tamamlayalım."

"Yok kızım burada eksik bir şey. Baban yemekleri ayarlasın. Tamamdır."

"Tamam anne."

Elimdeki telefonu feracemin üzerine giydiğim hırkamın cebine atıp, hızlı adımlarla mutfağa ilerledim. Babam kocaman kazanların başındaydı.

"Baba annem diyor ki üç katta hazır edildi. Yemekleri ayarlamaya başlasınlar."

Babam gülümseyip bana baktı.

"Patron ne derse o kızım. Bize laf düşmez."

Bende gülümseyip çıktım mutfaktan. Sol tarafımda kalan konsolun üzerindeki su dolu sürahiyi alıp en baştaki birleştirilmiş, üzerinde çiçekli kullan-at sofra bulunan iki masanın ortasına koydum. Ellerimi birbirine sürttüm 'işim bitti' der gibi ve indim aşağıya.

Aşağı da durulmuştu. Ben yukarıya çıkınca çok yoğundu çünkü. Büyük salonu es geçip yönetici odasına -annemin odası- girdim. Annem bir elinde kağıtlar bir elinde telefon masanın önünde ayakta durmuş Nil'in annesi Nurcan teyze ile koordinasyonu konuşuyordu.

Cumartesi verilecek olan sohbet verilmişti. Ondan sonra durumu iyi olmayanlara verilecek olan haftalık yemek içindi bu koşuşturmaca. Gizliydi bu. Yani annemin bir vakfı olduğu yasaldı. Biliniyordu. Ama böyle büyük yemekleri annemin verdirdiğini, onun ayarladığını bir biz biliyorduk. Annem bilen sayısını elinden geldiğince çok az tutmaya çalışıyordu. Biraz sonra içeriye gelecekler annemi böyle tanımıyorlardı. Onun da vakıftan biri olduğunu biliyorlardı o kadar. Ki bu yalan da değildi yani...

Annemler önceden yemeğin evlerden yapılıp götürüleceğini kararlaştırmış olsa da babam kabul etmemiş, bu haftaki yemeği kendisi vermek istemişti. Ki bunun sebebi bence abimin gittikçe iyi olan sağlığıydı. Kadınlar da anında kabul etmişti. Canlarına minnetti valla...

O gün abimin yanından geldikten sonra planlı bir şekilde ders çalışmıştım. Biraz da olsa yetişmiştim önceden planladığım konulara. Şuan içim biraz da olsa rahattı. Okul çıkışları yine uğramıştım abime. Görmeden uyuyamıyordum. İçimde kalıyordu.

BÂHA (Yarı Texting)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin