BÖLÜM BEŞ

100 19 1
                                    


PASTANE

"Bayım emin olun, bana söylediklerinizi bire bir Madam'a ileteceğim, merak etmeyin." dediğimde, burnumu çekiştirerek, bana doğru uzatılan bir poşet dolusu çavdar ekmeklere uzanıyordum.

Sabahın erken saatlerinde, bir pastahanedeydim. Doğrusu buraya pek fazla uğramazdım, pek fazla pahalıydı bu fırın. Fakat Madam Bovalyn apartmandaki misafirlerimize sıkı bir kahvaltı hazırlamamız gerektiğini söylediği için, göğsünde sakladığı keçe cüzdanından birkaç paundluk kağıt parayı elime tutuşturmuş ve doğruca Joseph'in Fırın'ına gitmem için beni yola koymuştu.

"Güzel günler dilerim hanımefendi. Bir dakika bekleyin! Günün kekleri size ikramımız olsun!"

Joseph Beyefendi, ellisini geçmiş, bekar bir adamdı ve Madam'a aşıktı. Ona sürekli çırağıyla birlikte tatlılar ikram eder, bazen de Madam'ın merkezde işi olduğu zamanlar da, bir araba kiralardı. Yaşlı adamın bana karşı nazik oluşu hoşuma giderdi, en azından iyi bir adamdı.

Yaşlı bunak, takma dişlerine sahip çıkamadan Madam'a yanaşmaya çalışıyor ne kadar cömert!

Belki de ne kadar romantik olduğuna odaklanmalıyız! Ah! Uslanmaz bir aşk adamı, kesinlikle!

Tanrım! Neredeyse kıkırdayacaktım; kesin şunu! Başımı sallayarak Joseph'in bir tepsi dolusu uzattığı kekleri de diğer elimle taşımaya çalıştım.

"Teşekkürler beyefendi! Gününüz aydın geçsin!" Sağlıklı ve huzurlu dileklerimle, fırındaki işimi bitirerek, sıkı bir nefes aldım.

Elimdeki poşetleri bedenime iki kat büyük gelen kabanın içerisine sıkıştırarak, kollarımı göğsümde bağladım. Uzaktan bakan birine göre göğsüm gereksiz şişkin ve kabarık görünüyor olabilirdi ama bu yöntemle de kollarım yüklerden kurtuluyordu. Geriye kalan, sadece burun akıntımı geçirmek adına burnumu çekiştirip durmaktı.

Doğu Londra'nın sokaklarına henüz güneşin o tatlı sıcaklığı inmemişti. Havalarda da giderek soğuyordu. Kışın gelişi beni pek heyecanlandırmazdı. Niçin sevinecektim ki? Sadece yağan karın, sokaktaki bütün mikropları yıkıp, kasabayı etkisinin altına almasına elbette romantik bir sevecenlikle bakamıyordum. Zira odamın içerisi yoğun kar yağışının ardından buz keserdi! Çok üşürdüm, üzerime kat kat yorganları atmaya çalışmak büyük bir eziyetti. Tanrım, lütfen bu yıl kış o kadar hafif geçsin ki! Kar yağmasın! Sokaklardaki çocuklar da büyük bir umutsuzlukla oturup ağlasın. Amin...
Amin?

Hızlı adımlarla apartmanın lobisinden içeriye girdiğimde Madam Bovalyn'in evine uğramak için doğruca koridora yöneliyordum.

Nefes nefese kaldın. Biraz sakinleşebilirdin değil mi? Herkesin içerisinde yine tuhaf görüneceksin!

Omuz silktim bu düşünceme, sabahın köründe koşa koşa fırına gidip gelmiştim elbette kızaracak ve nefes nefese kalacaktım, ne olacaktı ki? Madam Bovalyn'in dairesinde, kapısının tam önünde duraksadığımda kucağıma gömdüğüm poşetleri birer birer ellerimin arasına alıyordum. İçeride adamlar vardı.... Uyanmış olmalılardı. Kapı açıktı zira.

Uçları soyulmuş çizmelerimi paspasın üzerinde bırakarak içeriye, evin holüne adım attım. Kızlardan birkaçı burada, salonla mutfağın arasında gidip gelip, kahvaltı hazırlıyorlardı. İçlerinden kızıl saçlarını topuz yapan kızı tanımıştım. Elena'ydı bu.

Frank Ray: LONDRA'NIN YÜZ KARASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin