II. BÖLÜM YİRMİ DOKUZ

56 5 2
                                    


Belinda Carlisle- Heaven Is A Place On Earth

Ortalığı ayağa kaldırarak aldığım zar zor izinle artık bodrum katındaki eski odamda kalıyordum. Sürekli Elena'nın yanında ya da Madam'ın evinde misafir olmak çok yoruyordu beni. Tamı tamına bir buçuk aydır kendi odamda kalıyordum. Sabahları yine eski rutinime dönmüştüm. Kahvaltı için gereken ekmekleri gidip pastaneden alıyordum. Madam bu halime çok seviniyordu. İçime kapanmaktan çok korkuyordu çünkü.

Bu sabah da ellerim dolu bir şekilde apartmana geri dönüyordum. Dönüyordum diyorum çünkü tam anlamıyla Frank'i apartman kapısının önünde elleri kabanının cebinde, ayakta dikilerek görmeyi beklemiyordum. Yolu uzatsa mıydım acaba?

Bence asıl biz uzattık. Bir ay boyunca her sabah bizi kontrole geliyor bu adam!

"Sıska." dedi, beni görür görmez. Ben ellerim dolu bir şekilde yolda öylece duruyordum. Ne diyeceğimi bilemeden, "Selam, Frank." dedim. Selam mı? Gerçekten mi?

"Bak... konuşmamız gerektiğini biliyorsun. Bunu sen de ben de çok iyi biliyoruz. Sen hazır olmadığın sürece bunu yapmak istemiyorum ama bana başka bir çıkış yolu sunmuyorsun. Konuşalım. Lütfen."

Lütfen dedi. Benimle konuşurken bir salon beyefendisi oluyordu zaten.

"Peki," dedim. Birden bire öne atılarak. Ellerimin arasındaki poşetleri ona uzattım. "Madem konuşmak istiyorsun kahvaltı yapacağız, sende benimle birlikte yapabilirsin."

Frank'e bakmaya kıyamıyordum. Göz altları çöküktü. Yüzünde uzun zamandır gülümsemediğine dair alnında kırışık izleri vardı. Hep gergin ve sinirli gezdiğine işaretti bu ama işler benim yanımda değişir... gülümsüyordu bana.

"Kahvaltı mı?" diyerek bana dalgın dalgın bakıyordu.

"Evet," dedim bir kere daha. "Ne duruyorsun kollarım çıktı zaten şu poşetleri taşımaktan! Yardım etmeyecek misin?" Biraz suratımı düşürdüm. Frank üzülmeme kıyamazdı. Zira öyle de oldu. Üzerime yaklaştı. Önümde eğilerek poşetleri almaya çalışırken alnıma öpücük kondurdu. Burnu alnıma değiyordu.

"Seni, seni. Seni çok özledim, teşekkür ederim tanrım." da dedi. Kelimeleri teker teker, üzerime nefesini vererek söyledi. Gıdıklandım bu tavrından. Öpmedim ama onu.

İlk kez ağzından doğru bir kelime duymak bizi birazcık mutlu etti. Tanrı'nın adını andı ha!

Ben de tebessüm ettim bu davranışına. Geri çekildim. Kollarımın rahatlamasıyla parmak uçlarımda esneyerek apartmanın girişine yöneldim. Frank'te arkamdan geliyor, beni takip ediyordu.

"Bu arada Elena sana kırgın olabilir, her ne derse desin sinirlenmek yok tamam mı? Yasak." dedim birden Frank'e dönerek. Apartmanın lobisine ilerlemiştik ve ben fısıldamak için yüzüne yaklaştım.

"Ne?" dedi ilk önce dudaklarıma bakarak. Nesini anlamıyordu bu adam?

"Tanrım... nesini anlamadın, diyorum ki-" yüzüne doğru fısıldayışım buraya kadardı. Uzanıp dudaklarıma kapandığında, artık öpüşüyorduk.
Öpüşüyorduk.


***

Frank geçirdiği bir ayı başka birine anlatmak isteseydi tamamıyla anlatamazdı. Yüreğinin derinliklerinde oluşan hüzün duygusu onu o kadar etkiliyordu ki bazı gecelerde gözüne uyku giremez oluyordu. O saatlerde de sürekli Daphne'yi düşünüyordu.

"Ramak kalmıştı," diyordu kendi kendine. "Onu çıkaracağım ilk randevumuza ramak kalmıştı. Yaptığım işin ayaklarıma dolanmasından nefret ettim," de demişti biricik yardımcısı, uşağı olan Alfred'e. Uyuyamadığı geceler Alfred'i de uyandırır onunla konuşurdu.

Frank Ray: LONDRA'NIN YÜZ KARASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin