♡
(still- my love)
"Hadii, parka gidelim!" dedim heyecanla. Parkın yanından tam geçecekken Buğra'nın elimde olan elini çekiştirerek konuşuyordum.
Ben "Hadi hadi, çoktandır gitmemiştik birlikte!" diye heyecanlı heyecanlı söylenirken, "Sakin ol bir, gidelim tamam." dedi Buğra ve adımlarımı takip etti.
Parka girerken "İlk önce salıncağa binelim mi?" diye sordum. "Sen nasıl istersen küçük hanım." diye yanıtladı Buğra.
"Eskiden birlikte bindiğimizi hatırlıyor musun?" diye sordu ben salıncağa otururken. Gülümsedim. "Evet, ikimiz aynı anda bir tane salıncağa binmiştik. Düşeceğimize çok emindim ama düşmemiştik." dedim.
"Tabii, ben tutuyordum seni kızım. Tutanın ben olduğum sürece düşme ihtimalin var mı sence?" dediğinde, "Yok tabii ki, ama iki kişiydik sonuçta düşebilirdik."
"Düşmedik, çok da eğlenceliydi. Bir daha mı denesek?" diye sorduğunda gözlerimi kıstım. "O zaman küçüktük, şimdi büyüdük. Bir salıncak ikimizi taşıyamaz." dedim.
"Zaman çok hızlı geçiyor..." diye mırıldandığında arkama geçmişti ve beni sallıyordu. "Öyle..." dedim. Bir iki dakika sallandıktan sonra, "Ay dur tamam yeter, midem bulandı sallanmaktan." dedim.
Salıncağı durdururken konuştu, "Daha iki dakika olmadı, ne ara?"
"O ara." derken tahterevalliye biniyordum. "Hadi karşıma geç, tek mi bineceğim buna?" diye sordum. "Geliyorum." dedi. Karşıma, tahterevallinin diğer ucuna oturdu.
Ayakları hâlâ yerdeydi ve kendini biraz havada tutuyordu. "Hadi otursana tam." dediğimde onun yere inmesi ile benim de havaya yükselmem bir oldu. Bu ani hareket karşısında ağızımdan bir "Aa!" sesi peydah olmuştu.
"Yavaş olsana ya!" diye konuştum sinirle. "Kızım otur dedin oturdum işte." dedi. Kaşlarımı çattım. "Hadi ben de havaya kalkayım." dediğinde sırtımı biraz geriye doğru yasladım, amacım ağırlığımı maksimum olarak tahterevallinin ucuna verebilmekti.
"Düşme sakın." dedi. "Düşmem merak etme." derken hâlâ arkaya yaslanıyordum. Lanet olası şey, aşağı insene ya! "Lanet olası şey, aşağı insene ya!" diye söylendim iç sesimi yansıtarak.
O büyükçe bir kahkaha atarken ben tahterevallinin üstünde debelenmeye devam ediyordum. "N'oldu canım? İnmiyor mu?" dedi alayla. "Ayı gibisin, nasıl insin?" diye sordum. "Boyun 1.91, kilon Allah ne verdiyse, kas indeksin yüksek zaten." diye ekledim hemen sonra.
"Kas neyim? Bir daha söyle bakayım." dedi gülerek, çok eğleniyor gibiydi. "Kas indeksin." dedim, "Vücut kas indeksin." diye eklemeden önce.
Kahkahalar atarken "Demek öyle?" dedi sorar gibi. "Öyle." dedim ve sonra "Ayısın." diye ekledim.
"Ayı ha?" dedi kaşlarını havaya kaldırırken. "Evet, ayı." dedim inatla. "Görürsün sen ayıyı." derken ayağa kalktı ve ben de böylece biraz aşağı inmiş oldum. Tahterevalli eşitlenmişti. "Görüyorum zaten, karşımda." dedim, ölmeden önce son sözlerim olduğunu bilmeden...
Bir anda tahterevalliyi bir aşağı bir yukarı yaparak benim tahterevallide sıçramamı sağladığında "Lan, yapma!" diye bağırdım. "Ya biraz büyü, veletken yapıyorduk bunu." diye söylendim. Bir kere daha yaptı... "Ayı mı?" diye sordu. "Ayı." dedim, inatçı tavrımı korumaya çalışıyordum.
Bir kere daha yaptı, bir kere daha sıçradım tahterevallinin üzerinde... "Buğra, düşeceğim!" diye bağırdım. "Ayı mı?" diye sordu. "Evet." dedim küçük çığlıklarımın arasından. Çünkü art arda yapıyordu. "Bir daha ayı de bakayım." dedi uyarıcı bir ses tonuyla. "Ayı!" diye bağırdım son cesaret tomurcuklarımla.
Bir anda durdu. O yavaşça inerken beni de özenle aşağı indirdi. "Peki..." diye söylendi ve banka ilerledi. "Peki, ayıyım ben." dediğini duymuştum. Ofladım. "Buğra!" diye seslendim arkasından. "Yapma, lütfen ya..." diye söylendim onun yanına ilerlerken o ise banka oturmuştu bile.
Şakasına yapmıştım, onu sinir etmek çok eglenceliydi. Hem ayılar çok tatlış ve pofidik hayvanlardı, kötü bir şey söylememiştim.
Aynen, Efla.Ben onun başında bakışlarını bana çevirir diye bir umutla beklerken o düz bir suratla telefonuna bakıyordu. "Buğra..." diye mırıldandım. Bakmadı. "Buğra, şaka yapıyordum..." dedim. Bakmadı. "Buğra, yapma söyle kurban olayım..." dedim bu sefer de. Bakmadı tekrar.
Usulca yaklaştım ve ellerimi omuzlarına yaslarken baldılarına oturdum. Bakışları beni buldu, elalarında hem şaşkınlık hem de hoşnutluk vardı sanki. Bakışlarım iki gözüne de sıra sıra değiyordu. Telefonunu kapattı ve banka, yanına koydu. Ellerini yavaşça belimin iki kenarına yerleştirdiğinde iç çektim.
Ellerimi omuzlarından boynuna götürdüm ve ensesini kavradım. Bir elimi istekle öndeki saçlarına götürdüm. Saçları bile yaşamam için yeterliydi. "Of Buğra, şu saçların var ya... Yaşatıyor mu öldürüyor mu karar veremiyorum." dedim bilinçsizce.
Bir elini başımın arkasına yerleştirip yüzlerimiz arasındaki mesafeyi kapattığında eş zamanlı olarak karanfil kokusunu da ciğerlerime doldurmuştum, nefesiyle birlikte...
Sıcak nefesi yüzümde dolanırken küçük ama kalıcı bir öpücük bıraktı ve dudaklarımızı ayırdı. Hemen gözlerimi açtım lakin o daha açmamıştı. Yanağına öpücük bırakırken kollarımı boyununa sardım sonra da sıkıca sarıldım ona.
Elleri belimi iyice sardığında tamamlandığımı hissettim. Çok garipti, ben aslında yarımdım ve bu çocuk... benim diğer yarımdı. Yüzümü boynuna gömerken derince bir nefes aldım. Yine başım dönmüştü.
Bu kokunun ne kadar bela olduğunu, bağımlılık yaptığını ve hatta elimde olsa her an narkotik iti gibi koklayacağımı düşünürken "Seni tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyorum Efla." diye fısıldadı Buğra. Mayışmış, kusursuz sesi ile... Gülümsedim. Fakat sonra koridorum aklıma geldiğinde boynunu saran ellerini çektim.
"Buğra..." diye fısıldadım. O da belimdeki kollarını gevşetti ve bakışlarını siyaha çalan koyu kahve gözlerime dikti meraklıca. "Ben dün bir koridor gördüm." dedim.
"Koridor?" dedi sorar gibi. "Şu küçükken de söylediğin şey mi? Rüya ve kabuslarının genel adı olan?" diye sordu. Burukça gülümsedim. Hatırlıyordu.
"Evet." dedim. "Ne gördün, kötü bir şey mi?" diye sorduğunda "Çok kötü bir şey..." dedim ve boğazımın kuruluğunu hiçe saymaya çalışarak yutkundum. "Hmm..." diye fısıldadı. "Anlatmak ister misin meleğim?" diye mırıldandı sakince.
Anlatmak yerine "Buğra, ben ölsem de yaşa olur mu?" diye sordum. Afalladığı barizdi. "Ben ölsem de yaşa hayatını, benim gözümü arkada bırakma olur mu?" diye sorduğumda kaşlarını çattı. "Tek kelime söylemene gerek yok." dedim hemen, "Kendine iyi bakacağına söz ver yeter." dedim.
"Meleğim... Sen ölmeyeceksin, bu birincisi. İkincisi, ölmeyeceğin için böyle bir söz vermeme gerek yok. Üçüncüsü, bir daha ölümden bahsetme. Sen kendi ölümünden her bahsettiğinde benim kalbime birer bıçak saplanıyor, yapma." dedi ve sonrasında konuşmam adına "Tamam mı?" diye sordu.
"Tamam." dedim gülümsemeye çalışarak.
"Aferin benim meleğime, işte benim meleğim." dediğinde bu sefer cidden gülümsüyordum.
"Şapşal şapşal sırıtacağına kucağımdan in de eve gidelim, hava kararmaya başladı bak." dediğinde kucağında kıpırdandım.
"Eve kucağımda gitmek istiyorsan iş değişir tabii." dedi sinsice sırıtarak.
Nihayet kucağından indiğimde o da ayağa kalktı ve benim yüzük parmağımla aynı boyda olan serçe parmağını bana doğru uzattı, elalarına baktığımda göz kırptı.
Elimi uzatıp serçe parmağını avuçladım ve onun benimkilere kıyasla büyük olan adımlarını küçük ama hızlı adımlarımla takip ettim.
Buğra ile birlikteyken hâlâ o ilk tanıştığımız zamanki gibi 13-14 yaşlarında, küçük bir kız çocuğu hissediyordum. O benim aksime çok büyük ve yapılıydı halbuki... Kocamandı. Ayı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
elfida/yarı texting
Teen Fiction"eğer bu ölümse, ölümden korkmamalı. onun güzel yüzünde, ölüm bile güzeldi." •francesco petrarca & aklımdan çıkmıyor. aklım çıkıyor, o çıkmıyor. •oğuz atay ... ben değil, o değil, biz ölmüştük. bazen bir ölüm iki ruhu da beraberinde götürebilirdi. e...