yorumlarınızı bekliyorum:)_________
Yasakların kucaklaşmasının cazibesinden sakın,
Çünkü karanlık pusuda, silmeye çalışıyor,
Ama gerçek sevgi ve sarsılmaz kudretin yürekleriyle,
Karanlığı çözecekler,ışığı geri getirecekler
_________Sunoo
İtilerek girdiğim odaya göz gezdirdim. Doğrulurken öksürmüş, yankılanan sesimle nerede olduğumu anlamıştım.
Neyse ki unutmam pek mümkün değildi.
Anılarıma eşklik eden bu oda fazla tanıdık bir o kadar da yabancıydı. Eski hatıralar film şeridi gibi önümden geçip gitmişti. Jake'in odasına giden merdivenlerden iniyordum en son. Tabii ondan öncesi de vardı.
"Fazla toysun Kim Seonwoo."
Kulağıma dolan ses irkilmemi sağlasa da hissettiğim tek şey öfkemdi. Yavaş-yavaş filizleniyor, baş kaldırmaya çalışıyordu. İki elim bir birine arkama doğru bağlanmışdı. Aynı şekil de ayaklarımda bağlanmış, yerden kalkmamı engelliyordu. Hoş onun önünde ayakta durmak bile gereksizdi.
"Ne o korktun mu yoksa?"
Dudağımın kenarını havalandırıp, alaycı bakışlarımı diktim. Ne sanıyordu beni? Beş yaşında mı? ki beş yaşında bile ondan daha cesurdum.
"Yoksa ben de kendini mi gördün Sim Dae?"
Saygı her zaman dikkat ettiğim önceliklerdendi, tabii yalnızca hak edene. Ellili yaşlarının son zilini çalmaya hazırlanan bu adam artık hiç bir iyiliğimi haketmiyordu. İsminin anlamını bile haketmiyordu. Herkesin son anı vardır mutlaka. Kızaran yüzü ilk söylediğim cümleden kızdığını belli ediyordu. Fazla hassas mıydı ne? Her neyse.
"Bakıyorum da geçen bu kısa zamanda fazla dilin uzamış." Her iki elini önünde birleştirerek yavaşca addım atıyor, gözlerini benden ayırmıyordu.
"Buraya elbette döneceğini biliyordum, sonuçta kim 'mustakbel kocasını' bırakıp gidebilir ki?" Diye devam etti. Ağzının içinde gülmüş, bu sefer alay eder gibi bakan taraf o olmuştu.
"Jake nerede?" Sert ve boğuk çıkan sesim, kuruyan boğazımı zorlasa da umrumda olmamıştı.
"Aaa bu kadar çabuk konuya girmemelisin Seonwoo. Daha konuşacak çok konumuz var." 'Çok' kısmını bilerek uzatmış, iğrenç kahkahalarından birini salmıştı.
"Sevgili mustakbel kocan küçük bir ara verdi."
"Ona ne yaptın?"
"Dedim ya küçük bir ara verdi. Aklını başına toplarsa belki geri döner. Yoksa kocanı mı özledin Seonwoo" Bilerek bu ismimi kullanıyordu. Hazetmediğimi biliyordu.
"Daha kendi oğlunun ismini ağzına alamıyorsun. Yazık."
İkinci bir kızarma dalgası daha.
"Laflarına dikkat et! Karşında çocuk yok!"
"İnan YeJi'ye bile senden daha çok saygı duyuyorum. En azından yapmak istediklerini cesurca yapıyor."
Eli havaya kalkmış, yüzüme beş santim kala durdurmuştu. Vuramazdı. Bedelinin ağır olacağının kendisi de farkındaydı. Hiç kimse bir prense karşı el kaldıramazdı. Asla.
Elini geri indirip kendini bir az toparladıktan sonra yine yavaş adımlarla odada gezmeye başladı.
Tamamen griden oluşan oda, sanki bu saraya ait değildi. Çocukken bu odadan nefret etsem de, her zaman kendi benliğimi bu odada buluyordum. Ben bu oda gibiydim. Asla bu saraya ait değildim ama hep vardım.