Bölüm 12: Gerçekler

17 9 4
                                    

Uyandığımda gün aydınlanmak üzereydi ve biz hala yoldaydık ancak hızımızın düşmesinden anlıyordum ki hedefimize yaklaşmıştık. Bunca saattir sormadığım o soruyu artık sorma vakti gelmişti.

"Nereye geldik?" dedim.

"Sanırım artık daha fazla uyumayacağın bir yere, umarım yani," diye yanıtladı.

"Kaç saattir uyuyorum," saati görebilmek için derken telefonumu bulmaya çalışıyordum. Asla kol saati takabilen o insanlardan olamamıştım, akıllı saat almayı da asla düşünmemiştim.

"5-6 saattir uyuyorsun, biraz güneye indik. Hala sahil tarafındayız," dedi.

"Tam olarak konumumuzu söylemiyor olmanın özel bir sebebi olabilir mi? dedim.

Beni taklit eden bir ses tonuyla yanıtladı: "Olabilir, dinleniyor olabiliriz mesela."

Kısa bir sessizlik oldu. Gerçekten neden dinlendiğimizi ve neden tehlikede olduğumuzu anlayamadığım için daha fazla soru soramıyor yani bir fikir üretemiyordum. Sessizliğimi fırsat bilerek araya girdi. "GPS cihazıyla takip edilmediğimizden emin olabiliyorum ama dinlenip dinlenmediğimizden emin olamıyorum o yüzden nerede olduğumuzu boşverebilir misin? Yanlışlıkla ağzından kaçırabilirsin. Benim yanımda olduğunu bilmekle yetinmeni isteyebilir miyim senden Miray?" derken kısa bir süre başını bana çevirip yüzüme dokunaklı bir bakış atmıştı. Bu bakışla birlikte kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Derinlerde bir yerde halimden memnun olduğumun gayet de farkındaydım. Neden tehlikede olduğumuzu bilmediğimden cahilliğin verdiği mutluluk da vardı bünyemde. Bir yanım neler olduğunu öğrenmek için can atıyorken bir yanım sadece Güney'le kalacağımız yere girip huzurlu bir sabah kahvesi yudumlamak için can atıyordu. Sessizliğimi ve düşüncelerimi midemden gelen aşırı gürültülü guruldama böldü. Utançla ellerimi karnımda birleştirdim. Saatlerdir yemek yememiş olmalıydım. Güney'e doğru kısa ve şüpheli bir bakış attığımda dudağının sağ üst tarafa doğru kıvrıldığını gördüm. Gurultumun onu eğlendirmesi beni biraz utandırmıştı. Oturduğum yolcu koltuğunda bacaklarımı kendime doğru çekerek daha da küçüldüm.

On beş dakikadır anayolda değildik ve ara yollardan hedefimize ulaşmaya çalışıyorduk. Artık yollar daha yeşil ve serindi. Bir kaç dakika sonra uzun zamandır girilmediği belli olan yapraklarla kirlenmiş bir patikadan iki katlı müstakil bir evin bahçesine partk etmiştik bile. Kendi semtimizden ve mahallemizden farklı olarak burada sonbaharın tonları daha hakimdi. Yaprakların hepsi henüz sararıp düşmemiş olsa da bazıları araya renk katmak için kendilerini bırakmıştı. Ayrıca hava çok daha nemliydi. Bu da bana eve girmeden önce iyi bir temizlik yapmamız gerektiğini düşündürüyordu.

"Ne zamandır kullanılmayan bir yerdeyiz Güneycim," diye ona sataştım.

"Çok uzun zamandır... Sanırım," diye yanıtladı. "Ama merak," etme derken verandadan girmiş anahtarını çıkarıyordu. "Gelmeden önce tabi ki de evin içini bizim için temizlettim," demesiyle birlikte büyük bir rahatlama yaşamıştım. Yani onunla birlikte bir evi baştan aşağı temizleme hayali her ne kadar kulağa tatlı gelse de uzun zamandır girilmediği bariz belli olan bu evin bahçeden ya da havadan gelen böceklerle dolu olmadığını kimse iddia edemezdi. Bir ön temizlik olması kulağa iyi geliyordu, kalanını birlikte halledebilirdik.

Gerçekten de kapıyı açtığında hafif bir temizlik kokusu etrafımızı sardı. Klasik bir yazlık, baharlık ev havası vardı. Mobilyalar ahşaptan ve eskiydi ayrıca çok az eşya bulunuyordu. Sol tarafta açık bir mutfak vardı sağ tarafta ise üstü kumaşlarla örtülmüş iki kanepenin olduğu küçük bir salon. Salonun karşısında bir bahçe kapısı bulunuyordu ve bahçede küçük eski bir havuz bizi karşılıyordu.

"Havuzun da temizlenmiş olma ihtimali var mı acaba," derken utangaç bir şekilde sırıtıyordum.

"Temizlenmemiş olsa bile bir çaresini bulabileceğimize eminim," diye beni yanıtladı.

Ben normal bir gündeymişiz gibi valizimi arkamda sürükleyip etrafı incelerken -ki buna çekmeceleri karıştırmak falan da dahildi-, Güney beni içinde bulunduğum hoş hayal dünyasından çıkarmaya fazla istekli görünüyordu. Beni kolumdan nazikçe tutup salondaki kanepeye oturttu.

"Miray, hatırlıyor musun küçükken babamların sürekli vakit geçirdiği bir arkadaşları daha vardı ve onun çocuğu ile de biz arkadaştık."

"Cevdet amca ve oğlu Onurcan'dan mı bahsediyorsun?" Onurcan'ı hatırlıyordum. Bizimle yaşıt, esmer bir çocuktu. Cevdet amcaya çok çektirmişti. Üniversiteyi okuyamayacak kadar serseriydi. Cevdet amca sürekli onunla ilgili bizimkilerden destek isterdi. Sonunda Onurcan'ın ona çektirdiklerine dayanamayıp iki sene önce kalp kriziyle vefat etmişti.

"Evet, Cevdet amcanın oğlu Onurcan, iyi durumda değil. Hayatı boyunca şizofrenik hareketleri zaren vardı. Sonra okulda ya da mahallede bilmiyorum arkadaşlarıyla çeşitli maddeler kullanmaya alıştı. Belli şeyleri kafasına takıp olayları sorun haline getiriyordu. Çıkardığı problemlere, kavgalara, eve gelen alacaklılara dayanamadığı için Cevdet amcayı kaybettik," diye uzun uzun açıkladı. Onunla vakit geçirmeye başladığımızdan beri tek solukta ilk defa bu kadar çok konuştuğunu duyuyordum.

"Eee tamam Güney, başımız sağolsun. Bunların buraya gelmemizle ne ilgisi var," derken meraktan artık fokurduyordum. gerginlikten sağ elimle Güney'in bana yakın olan sol kolunu hafifçe sıktığımı fark edip bir anda elimi geri çekmiştim. Umarım bu saçma hareketimi fark etmemişti diye düşünürken elimle kolumun bir kaç saniye önce buluştuğu yere hafifçe dokunduğu gözüme ilişti. Belki de canını acıtmıştım.

"Onurcan'ın babası vefat ettiği zaman Onurcan benimle kalıyordu. Onu maddeden uzaklaştırmaya ve kafasını dağıtmaya çalışıyorduk ama zapt edilemez durumdaydı. O zamanlarda yaşadığımız çeşitli şeylerden ya da bilemiyorum,, çocukluğumuzdan beri yaşadığımız çeşitli şeylerden dolayı Onurcan bana kafayı takmış gibi görünüyor," derken canı oldukça sıkkın görünüyordu. Ortada patolojik bir sorun olduğu bir gerçekti. Onurcan'a ne olmuştu böyle...

"Bir süredir hayatıma olumsuz müdahaleleri oluyor ve çevremdeki insanlara zarar vermeye çalışıyor," diye anlatmaya devam etti. "Ancak Onurcan'ın küçüklüğümüzden bu yana sana karşı özel bir ilgisi vardı ve özellikle şu anda benimle birlikte olduğun için sana zarar vermesinden korkuyordum," dedi. Artık yavaş yavaş olaylar kafamda şekillenmeye başlamıştı. Özgürlüğümün kısıtlanması duygusuyla yüzyüze gelmemle birlikte kalbim sıkıştı. Nefes alışverişlerim korkuyla hızlanmıştı. Hayatımda böyle bir probleme ihtiyacım varmış gibi bir halim mi vardı!

"Güney, sen neler söylüyorsun!" diye tepkimi ortaya koydum ve ayağa kalkarak sanki bana zarar vermek isteyen Güney'miş gibi ondan uzaklaştım. kendimi aniden hiç güvende hissetmemeye başlamıştım. "Benim en büyük korkum ona ilgim olmadan birisinin bana kafayı takması, böyle bir şeyle başa çıkacak halde değilim," derken sağ elimi hızlı hızlı atmaya başlayan kalbime götürmüştüm. "Bana böyle bir durumdan bahsetseydin hiç yanına gelmezdim, kendi sıkıcı hayatımın içinde küçük anksiyete ataklarımla birlikte yaşamaya devam ederdim!" diye onu suçlamaya başladım. Panik yapınca yaptığım ilk iş etrafımdaki insanların kalbini kırmak olurdu. Ancak şu an kendimi pek de haksız görmüyordum.

"Bana gelsen de gelmesen de zaten risk altındaydın. Bir süredir seni yakından gözlemliyordum," demesiyle sinirim daha çok tepeme çıkmıştı. Güney şu an çok ağır saçmalıyordu ve benim nefes almam gerekiyordu. Ona oldukça ters bir bakış attıktan sonra daha iyi nefes alabilmek için bahçeye çıktım. Kalp atışlarım yavaşlamıyor, aksine kontrol edilemez bir hızla artmaya ve beni zorlamaya devam ediyordu.

Özgürlüğümün böylesine kısıtlanmasına, kendimi bu kadar hassas ve kaybolmuş hissetmeye hazır değildim. Sinirimin hepsini Güney'den çıkarmak istiyordum. 

Güney'in MisafiriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin