Küçüklüğümden bu yana etrafımdaki herkes bana ne kadar şanslı bir kız olduğumu tekrar ederdi. Babam iyi kazanan bir iş adamıydı ve annem de mesleği zirvede bırakmış bir doktordu. Dışarıdan bakıldığında muhteşem olan hayatımız sayesinde etrafta parmakla gösterildiğimizi küçükken hep hissederdim. Kendimi şanslı hissettiğimi de söyleyebilirim.
Lise çağına geldiğimde etrafımdaki insanların gerçek hayat problemleriyle tanıştığımda gerçekten çok şanslı olduğumu daha iyi idrak etmiştim. Kimi arkadaşımın babası annesini aldatıyordu, kimi ailede şiddet vardı, kimi ebeveynlerinden birini kaybetmişti. Ben gerçekten şanslıydım ki çok fazla problemle yüzleşmeden büyümüştüm. Ancak kim derdi ki bu beni daha da kırılgan yapsın?
14-15 yaşlarımdayken babamın işi sallantıya girmişti. Sallantı dediğim de onlarca mülkünden bir kaç tanesini kaybetmesi demekti muhtemelen. Aşırı çalışmaktan sürmenaj olmuş olacak ki babam abartılı reaksiyonlar veriyor ve evimize huzursuzluk getiriyordu. Annemin bir kez evi terk ettiğini hatırlıyorum. Hayatı boyunca hiç problem yaşamamış kırılgan Miray için bu ufak sallantılı dönem anksiyete ataklarının başlangıcı olmuştu. Ne komik değil mi? Halbuki genelde maksimum bir hafta içinde barışırlardı.
Şimdi daha yetişkin bir gözle baktığımda annemin babamın saçmalıklarını alttan almamasını tabi ki de çok haklı görüyordum. Yıllarca düzenli katıldığım terapi seansları bana anne ve baba arasındaki ilişkinin yalnızca onların işi olduğunu iyice öğretmişti. Ancak benim bu anksiyete ataklarını tetikleyen şey evimizdeki pasif agresifliğin ta kendisiydi.
Bizim evimizde kimse derdini açık açık söylemez onun yerine pasif bir mesafe koyardı. Açık tartışmalara ya da kavgalara girilmezdi ve sorunlar halı altına süpürülürdü. Terapistim bunun pek de sağlıklı bir büyüme ortamı olmadığını anlamamı sağlamıştı. Kırılganlığımın genel sebebi işte bu halı altına süpürmelerdi.
Onurcan olayı patladığından bu yana öğrendiğim bu üstünü kapatma ve duyguyu yaşayamama döngüsü tekrar ettirdiğimin farkındaydım ama olayları çözümleyene kadar kısa bir süre de olsa konfor alanıma ihtiyacım vardı. Yani bir süre olayı görmezden gelmek bana süreci içime çekmem için bir zaman ve alan sağlamıştı. Ancak bu sabah uyandığımda içimde bir öfke hissediyordum. Hayatım boyunca hissettiğim hiçbir şeye benzemiyordu. Çok öfkeli ve gergindim. Adeta kalbim sinirden yerinden çıkmak üzere olan bir alev topu gibiydi. Onurcan benim özgürlüğümü kısıtlıyordu. Onurcan bana ve sevdiklerime tehdit oluşturuyordu ve bunu utanmadan yapıyordu. Onurcan deli olmak gibi bir silahı vardı ama bizim medeniyetten başka herhangi bir silahımız yoktu ve ne yazık ki böyle durumlarda ve böyle coğrafyalarda medeniyet işe yaramıyordu.
Daha yataktan bile çıkmamışken telefonumu alıp rehbere girdim ve Onurcan'ı aradım.
"Ne oldu aklın başına geldi sanırım," diye açtı telefonu. Sesi uykulu geliyordu. Uzun zamandır şeytanlaştırdığımız ve hakkında kim olduğunu bilirsin sen gibi bahsettiğimiz kişinin sıradan bir insan gibi uyuyor olmasına şaşırmıştım. Doğru yolda gidiyordum. Önce düşmanını normalleştir.
"Onurcan, seninle konuşmak istiyorum. Benden ne istediğini anlamıyorum. Çok uzun yıllardır seni görmedim bile bana neden tehdit mesajları atıyorsun?" diye sordum.
"Sen beni görmemiş olabilirsin ama ben seni hep görüyordum Miray, hep bir adım arkandaydım güzelim," diye cevapladı. Sinirden ve korkudan tüylerim diken diken olmuştu.
"Bütün bunlar ne demek Onurcan, bizim ailelerimiz dost değil mi? Beni neden takip ediyorsun? benden nefret mi ediyorsun?" diye devam ettim. Amacını iyice anlamam ve kafamda bu olayları hem normalleştirmem hem de netleştirmem gerekiyordu. Onurcan'la konuşmalarımız geleceğimi belirleyecekti.
"Sana çocukluğumdan beri aşığım ama sen beni hiç görmedin Miray, beni görmeni bekliyorum," diye cevapladı. Sesinde, yani söylediklerinde gerçeklik payı varmış gibiydi.
"Bu bir takıntıya benziyor Onurcan ve beni korkutuyor. Beni seviyorsan beni korkutmamalısın öyle değil mi?" dedim yumuşak bir ses tonunda kalmaya özen göstererek. Ancak çoktan sol elim tir tir titremeye ve anksiyete belirtileri göstermeye başlamıştı bile.
"Takıntı makıntı umrumda değil. Sen beni görene kadar devam edeceğim ve o Güney bozuntusunu da hayatından sileceğim!" dedi.
"Güney'den ne istiyorsun? Bizim aramızda hiçbir şey yok ki!" dedim. İçimden bir ses Güney'in hayatında birilerinin olduğunu da belirtmek istedi ama bu stratejik bir hata olabilirdi. Birincisi hakkımızda fazla bilgi vermiş olabilirdim, ikincisi Beste her ne kadar çok hoşlanmadığım birisi olsa da onu tehlikeye atmak istemiyordum. Çünkü belli ki Onurcan sadece bana takıntılı değildi.
"Güney hayatımız boyunca benim sahip olmam gereken her şeye sahipti. O altın çocuğu senin yakınlarında görmeyecektim Miray. Bana çok yanlış yaptınız," derken sesi gereksiz yükseliş göstermişti. Bu çocuk kesinlikle normal değildi ve bunu saklamaya da çalışmıyordu.
"Bana attığın tehdit mesajlarından sonra seni sevmem hiçbir şartta mümkün değil," diyerek damarına basmaya çalıştım. Bu işin en kötü nereye varacağını görmeye çalışıyordum.
"O zaman ölmekten beter olmaya hazır ol," diye cevapladı beni. "Hakkında herşeyi biliyorum. Seni kaç yıldır takip ettiğimi bilsen dudakların uçuklar. Madem beni küçümsüyorsun o zaman cezasını çekmek zorundasın," derken telefonuna tükürükler saçtığına emindim.
"Onurcan," diye sordum fısıldar gibi. Ses tonum onu sakinleştirmiş gibiydi.
"Efendim," diye cevapladı.
"Tedavi görmen için yanında olmak istiyorum, sana yardım etmek istiyorum," dedim.
Telefonun ucunda uzun bir sessizlik oldu. Ve ardından kapandı.
Bu teklifime küfürler savurmaması ya da tehditlerle yanıt vermemesi Onurcan'ın içinde hala küçük bir parçanın gerçek dünyaya tutunmaya çalıştığını gösteriyordu. Ancak bu ne kadar benim sorunumdu onu bilemiyordum.
Kimseyi uyandırmamayı umduğum için odamdan çıkmadım. Bir süre yalnız başıma düşünmeye ihtiyacım vardı. Tam yatağımdan artık çıkmaya ve Güney'in yanına gidip olanları anlatmaya karar vermişken telefonuma Onurcan'dan bir mesaj geldi.
"Güney'le yerinizi bulmak üzereyim. Sizi bulduğumda önce onu cezalandıracağım. Onun yanından ayrılsan iyi olur."
Öfkeyle ve şokla nefesimi tuttum. Hayatı boyunca prenses muamelesi görmüş olan ben bunu gerçekten hiç beklemiyordum. Demek ki Miray şanslı bir kız değildi. Şans her zaman benden yana olacak diye bir şey yoktu.
Tek bildiğim günlerdir bu evdeydik. Öyle ki bu evde yeni aşklar ve yeni düşmanlıklar bile doğmuştu ama Onurcan tehdidine bir çözüm üretilememişti. Güney de ben de kafa patlatıyor olsak da bir arpa yolu boy alamamıştık çünkü medeniyetle bu işi çözmeye çalışıyorduk. daha önce de söylediğim gibi. Bu coğrafyada medeniyet her zaman işe yaramıyordu.
Sırt çantamı açıp bilgisayarımı ve bir kaç parça günlük kıyafetimi içine tıkıştırdım. Her gün kullandığım makyaj malzemelerimden de bir kaçını yarım akılla çantama atmaya çalıştım. En rahat spor ayakkabımı ve en siyah eşofmanımı giydikten sonra işte hazırdım.
Zaten karantina zamanındaydık ve okul uzaktan devam edecek gibi görünüyordu. Zaten bu covid işi öyle iki üç aya bitecek bir iş gibi görünmüyordu. Akıbetimi bilmiyordum ama iplerimi koparmak zorunda olduğuma son derece emindim. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu.
Yetişkin hayatımın ilk engebeli yolu ile karşı karşıyaydım ve kendi seçimlerimi kendim yapmak zorundaydım. Odamdan çıktığımda hemen karşı odamda kasıtlı bir şekilde olduğu çok belli olacak şekilde Güney'in kapısının açık olduğunu gördüm. Beste uyanmamı bekliyormuş gibi Güney'in yanında adeta bana poz veriyordu. Güney her ne kadar uyuyor olsa da kızgınlığım sadece Beste'ye değil, böyle dar bir zamanda bu kızı buraya getirip benim sabrımı taşırdığı için onaydı da.
Artık yettiğine karar verdim. Gözümün ucuyla son bir kez Güney'e doğru bakış attım. Dağılmış saçları ve üstsüz haliyle bir hayal gibi görünüyordu. Bir kaç haftalık maceramızın sonuna gelmiştik.
Gidiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güney'in Misafiri
ChickLitGüney'le Miray... Hayatları boyunca beraberlerdi, büyüyüp daha da yan yana gelmek zorunda kalana kadar başlarına geleceklerin farkında değillerdi. ....... "Lütfen durur musun rahatsız ediyorsun," derken kalçalarımın iki yanını saran rahatsız edici e...