Bölüm 13: Masa

18 9 5
                                    

İlerleyen günler boyunca Güney'le pek konuşmamıştık. Yavaş yavaş çıktığım bulutların üzerinden bir anda yere çakılmıştım. Deniz'in açtığı yaralar ve güven problemleri Güney'le iyice pekişmişti. Bana zamanında açıklaması gereken şeyleri açıklamamıştı ve kendimi kandırılmış hissediyordum.

Yazlık eve vardığımız gün geçirdiğim anksiyete atağı esnasında Güney bana yardımcı olmak için hep yanımda durmuş ve yapabileceği her şeyi yapmaya çalışmıştı ancak onun yanımda olması beni daha çok tetiklediği için her seferince hınçla yanımdan gitmesini söylüyordum. Ancak o yine de yanımdan ayrılmıyor, sabırla sakinleşmemi bekliyordu. Bir elini belime destek olarak koyuyor bir eliyle de başımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu. En sonunda yaşadığımız saçmalıkların ve anksiyetenin şiddetine dayanamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladığımda kalp atışlarım yavaşlamaya başlamıştı. Takip eden günlerde tamamen sakinleşene kadar Güney kahve içmeme izin vermemişti ve tüm öğünlerimi o hazırlamıştı. Tüm bu düşünceli hareketine rağmen kalbim ona karşı bir türlü yumuşamıyordu. Ben de onu affetmek için kendimi zorlamamaya karar verdim ve kendime odaklandım.

Günü çoğunu odamda bir şeyler izleyerek ve eğer varsa online derslerime katılarak geçiriyordum. Güney'in annesi Selin Teyze'nin burada bıraktığı boş tuvalle ve resim ekipmanları ilgimi çekmişti ve kendime meydan okuyup bir şeyler boyamaya başladım. Resim yapmak değil boyamak diyordum çünkü işe o kadar amatördüm, ancak yazlık evin her köşesinde yer alan Selin teyze elinden çıkma eserler bana ilham vermişti. Selin diye teyze mi olurdu? Güney'in annesiyse olurdu. İstanbul'un köklü ailelerinden birinin kızıydı ve yurt dışında sanat eğitimi almıştı. Aşk evliliği yaparak sosyal statüsünün bir tık düşmesiyle hep alay eden aşırı mutlu sanat dolu bir kadındı Selin teyze. Onlara ait olan her mülkün ya da her eşyanın bir köşesinde onun dokunuşları hissedilirdi ve insanın içini düşünülmüş küçük dokunuşların neşesi kaplardı. Selin Teyze'nin annemi sanat sepet işlerine alıştırmak için götürdüğü tonlarca kurs ve workshop aklıma gelince kendi kendime kıkırdadım.

Arada bir aklıma bu karantinanın ve Güney'le birlikte yaşama zorunluluğunun bir kaç gün içinde sona ereceği gerçeği geliyordu ama bu düşünceleri zihnimin arkalarına atıp unutmaya çalışıyordum. Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum ama eninde sonunda Güney'le konuşmamız gerekecekti. Bana anlattığı olaylardan sonra Güney tarafından ciddiye alınmadığım zaman dilimi gözüme daha da kötü görünmeye başlamıştı. Artık ondan ne kadar hoşlandığımdan emin değildim. Güney'in hayatında biri olduğu düşünüldüğünde bu iyi bir durumdu.

Birilerinin kafa dinlemek için buraya uğradığı eski bir zaman diliminden kalma sürükleyici bir romanı okuyarak kafa dağıtmaya çalışıyordum ki aşağıdan gelen düşük ritimli müziğin sesi ilgimi çekmeyi başarmıştı. Günlerdir çıt çıkmayan bu evin havası birden bu iç ısıtan müzikle değişebilir miydi diye düşünmeye başladım. Odamdan çıkıp kafamı trabzanlardan aşağı çevirdiğimde salonla mutfağın arasına kurulmuş iki kişilik masa gözüme ilişti. İtalya'nın ara sokaklarında görülebilecek bir salaşlıkla ve minimalistlikle hazırlanmış bir şarap sofrası bizi bekliyor gibi görünüyordu. Peynir, kuru et ve kuru meyvelerden oluşan tabağı ve kadehlere çoktan doldurulmuş şarapları görünce artık aşağı inmemenin aşırı kabalık olacağı sonucuna varmıştım. Ayrıca yağda pişen soğanın üzerine ne olduğundan emin olmadığım bir et kavuşunca koku gerçekten dayanılmaz olmuştu. Bir ara ben de mutfağa girip bir şeyler hazırlasam iyi olabilirdi.

Bu sofraya hazır olabilmek için odama girip isteksizce allık ve dudak nemlendiricisi sürdüm ve saçlarımı tarayarak şekillendirdim. O kadar çok odamda yalnız vakit geçirmiştim ki yüzümün ne denli solgun olduğundan bir süredir bihaberdim. Yanaklarıma gelen renk her şeyden önce bana kendimi iyi hissettirmişti.

Güney'in MisafiriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin