Bölüm 14: Karar

16 9 2
                                    

Bir sonraki adımımızın ne olacağına karar vermek isteyen de masayı terk eden de Güney'di. Bu hikayede kendimi artık iyice figüran gibi hissetmeye başlamıştım. Çocukluğumdan beri bana kafayı takmış bir aile dostumuzun çocuğu çıkıyordu, bana fikrimi soran yoktu. Benim adıma kaçış planları yapan ve aklında beni korumaya çalışan başka bir ailemizin dostu kafasına göre bize yol haritası çiziyordu. Yine bana soran yoktu. Tüm bunlar uzun zamandır kendi hayatımı dışardan izlememin sonuçlarıydı sanki. İpler benim elimdeyken bile kendi hayatıma sahip çıkamamış ve ortaya bir karakter koyamamıştım. Belki de uzun zamandır depresyonun eşiğinde olmamın sebebi bundan dolayı kendime kızmamdı. Bir aydınlanma yaşamıştım.

Güney'le birlikte olmaktan en mutlu olduğum şey sürekli sınırlarımın zorlanıyor olmasıydı. Bu sayede kendime dair yeni şeyler öğrenip duruyordum. Güney'in hayatına bakıp özendiğim ve yaşamak istediğim şeyleri de görmüştüm kendi hayatıma dair nerede yanlış yapmış olabileceğimi de keşfetmiştim. Kişisel keşif yolculuğu oldukça meşakkatli olsa da yılların kazandıracağı tecrübe ve olgunluğu daha kısa sürede edindirdiği kesindi. Bunu ne kadar istediğimden emin değildim ama akışına yaşıyor ve öğrenmeye çalışıyordum işte.

Tüm bunları düşünürken geçen zaman Güney'i yeniden masaya getirir diye düşünmüştüm ama olmadı. Ben de onun yanına, odasına çıkmaya karar verdim. -Seni kendimden yeterince uzak tuttum Miray, benim de elimden başka bir şey gelmedi,- demişti. Bu söylediklerinin ne anlama geldiğine dair onlarca birbirinden farklı tahmin yürütmeye çalışmıştım. Sanırım Onurcan yıllardır Güney'le aramızdaki anlamsız mesafenin sebebiydi. Güney bana bunu anlatmaya çalışıyordu.

Çocukluğumdan beri Güney'in yanında olmak bana hep huzur vermişti. O yüzden ne demek istediğini çok iyi anlıyordum. Bana soğuk davrandığı son birkaç yıl zor geçmişti. Önce onun hayatımdan uzaklaşmasına alıştım sonra da yokluğuna. Artık onunla görüşmemek, birlikte çok eskiden olduğu gibi bir şeyler yapmamak normal gelmeye başlamıştı. Tüm bu mesafe aramıza çok uzun zamanda ve yavaş yavaş girdiği için hiç durup sorgulamamıştım. Artık birinin ilgisini eskiden olduğu gibi çekmemekle alakalı bir sorunum yoktu. Arkadaşlıklar başlar ve biterdi. Güney'le yaptığımız kısa sohbetten sonra keşke zamanında biraz daha sorgulayıp üstüne gitseydim diyordum. Çünkü belli ki bu mesafeyi tek taraflı ve zorunlu olarak koymak Güney'in ağırına gitmişti. Onurcan'ın ne kadar tehlikeli biri olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu, yani gözümde canlandıramıyordum, ama Güney'in hayatını böylesine mahvetmeye hakkı yoktu. Başta ciddiye almadığım Onurcan tehdidi şimdi benim de canımı sıkmaya başlamıştı. Kalan şarabımın son yudumunu yuvarladıktan sonra sinirle dişlerimi gıcırdattım.

Başkalarının kısıtlamalarıyla yaşamayacaktım.

Üst kata Güney'in yanına çıktım ve odasının kapısını kendimden emin bir şekilde tıklattım.

"Güney, konuşmak istiyorum," dedim.

"Şimdi iyi bir zaman değil Miray sonra konuşuruz," diye beni geçiştirmeye çalıştı.

"Şimdiden daha iyi bir zaman yok," dedim yine kararlı bir sesle. Tavrımdaki bu ani değişim onu düşündürmüş olmalıydı ki kapıyı açtı. On beş dakika gibi kısa bir sürede saçı başı dağılmıştı. Onu bu halde görmek beni şaşırttı, aynı zamanda onun yüzüne dokunmak istedim, yaşadıklarının zor olduğunu anladığımı söylemek istedim ama şimdi bunun zamanı değildi.

"Madem şehirde hayatımızı istediğimiz gibi yaşayamıyoruz, burada yaşarız biraz," dedim. Sesim neşeli çıksın diye ekstra çaba göstermiştim.

"Ne demek istediğini anlamıyorum, bu neşeli hal nereden çıktı şimdi," diye geçiştirmeye çalıştı.

"Anlamamana şaşırmadım," diyerek gözümü devirdim. Bu hareketim onu gıcık etmişti. Herhangi bir cevap alamayınca sessizliği doldurmak için açıklamaya başladım. İlgisini hala çekememiş olmak beni üzüyordu.

"Sen arkadaşlarını buraya çağıracaksın, benim de zaten geriye iki arkadaşım kaldı. Onlara gelmek isteyip istemediklerini sorarım. Karantina bitene kadar hatta sonraki bir iki gün daha burada takılırız. Bu sayede hem sen Onurcan yüzünden normal hayatından vazgeçmemiş olursun, hem de biraz düşünecek vaktimiz olmuş olur," diye kendimi açıkladım.

"İnsanları buraya çekmenin bize ne faydası var ki?" diye sordu. herhangi bir şekilde fikrimden hoşlanmış gibi görünmüyordu.

"Yalnız kalmamış olacağız, kendimizi daha da güvende hissedeceğiz, sen benim yüzümden ya da Onurcan yüzünden sosyal hayatından geri kalmayacaksın..." diye umutsuzca açıklamaya çalıştım.

"Sosyal hayatımdan geri kalmak beni üzmüyor, inan ki bununla başa çıkabilirim," derken gözlerini devirdi.

Bu konu üzerine tartışmaya bir süre daha devam ettik. Bu arada mutfağa gidip ekstra bir şeyler atıştırdık, kendimize içecek bir şeyler daha koyduk. Uzunca bir zamandır olanları ve bir sonraki adımımızı tartışıyorduk. Onunla daha çok vakit geçirdikçe aramızda ister istemez bir uyum ve bir akış oluşuyordu. Ben kirli bardağımı tezgaha koymaya yeltenirken o bulaşık makinesini açıyordu, ben buzdolabını açarken o ekmekleri doğruyordu. Böylece birbirimize neredeyse bir ev arkadaşı denecek kadar uyum sağladığımızı fark etmiştim. İşin kötü yanı, bu uyum hoşuma gidiyordu.

Onurcan hayatı bize zindan edecek kadar büyük bir tehlikeydi bunu artık kafamda oturtmuştum. Aslında benden çok Güney'e kafayı takmış gibi görünüyordu. Hayatında olamadığı her şey için Güney'i kıskandığından onu bir nefret odağı haline getirmişti.

Güney geçtiğimiz yıllarda başından geçenleri tek tek anlatmıştı. Kız arkadaşıyla arasını bozmak için Onurcan'ın onu bir restaurantta başka bir kızla oturtmak için oynadığı oyunları ve ona yapıştırdığı aldatan Güney imajını... Tüm bunların sevdiği kızı kaybetmesine yol açtığını... Yakın olduğu arkadaşlarıyla bir şekilde aynı ortama girip tanıştıktan sonra onun hakkında dedikodular çıkararak onun itibarını sarstığını... Bunu Güney'in düzenli olarak gittiği tenis kulübünde, okulda, lisedeyken son derece hevesle katıldığı tiyatro ekibinde dahi tekrar ettiğini... Bu ve bunun gibi akla sığmayacak minik ve sinsi kötülüklerle hayatı nasıl ona zindan ettiğini umursamaz bir tavırla anlattı. Umursamaz davranmaya çalışıyordu ancak artık canına tak ettiğini gözlerinde görebiliyordum.

"Bu böyle gitmez, ailesiyle konuşmadın mı? Kendi ailenle konuşmadın mı!" diye çıkıştım. Çok kızmıştım ve artık duyduklarım karşısında kendimi tutamıyordum.

"Güney, sen bunları hak etmiyorsun. Kimse hak etmez!" derken sanki onu ikna etmeye çalışıyormuş gibiydim. Sanki o bunları daha önce hiç düşünmemiş gibi. Sanki benim söyleyeceğim bir cümle tüm bunları değiştirebilecekmiş gibi...

Hala bana yanıt vermiyordu ve umursamazlığına devam ediyordu. Herhangi bir yanıt alamayınca soru cevap aşamasına geçtim.

"Tamam, şöyle devam edelim. Ben evde yalnız kalmaktan korkmasam ve kapına gelmesem nasıl olacaktı hayatın?"

"Onurcan sadece benim için risk olacaktı ve ben onunla baş etmenin her zamanki gibi bir yolunu bulacaktım."

"Hayatına nasıl devam edecektin bir yandan? Onu da soruyorum aslında."

"Her zamanki gibi, minimum eforla dersleri geçmeye devam edecektim. Yaza Amerika'ya gitmek için ufak tefek hazırlıklar yapacaktım. Evin bodrumunda müzik yapmaya ve partilemeye devam edecektim, akşamları tanımadığım insanlarla basket oynayacaktım."

"Tamam işte ben de bunu diyorum, önceden her ne yapıyorduysan onları yapmaya devam edelim. Bu arada da Onurcan konusunda ne yapacağımızı düşünelim. Kimsenin hayatımızı kısıtlamasına izin vermeyelim." dedim. Son cümlemi duyduktan sonra aniden gözlerini gözlerime çevirdi. Hayatımıza dememden rahatsız mı olmuştu? Artık ne düşündüğü gerçekten umrumda bile değildi. Özgürlüğümün kısıtlanmasındansa yanlış cümleler kurup rezil olmayı tercih ederdim.

Vazgeçmiş ve yılmış bir şekilde "Tamam," dedi. "Çocuklara izin çıkarttırır yarın burada olmalarını sağlarım. Sen de kendi arkadaşlarının iletişimlerini at ki geçerken onları da alabilsinler."

Bu güzel olmuştu. Güney'in benim yüzümden hayatından uzak kalmasına bir son vermek adına ilk adımı atmıştık. Şimdi geriye sadece biraz kafa dağıtmak kalıyordu.

Güney'in MisafiriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin