iyi günler efendim :))
Siz bu bölümü ne zaman okursunuz bilmesem de ben bu bölüm kendi kendini yayımlarken muhtemelen yolda olacağım. Ankara'ya gidiyorum. Tüm senemi planlayan biri olarak oldukça sürpriz bir olaydı. Üniversite gezmeye gideceğiz, evet.
Haftalarımı kaplayan bu olay dışında çalışmalarım düzenli (yeterli mi bilmiyorum), sağlıklı ilerliyor. Havalar ısındıkça içime bir umut doğuyor ki, sanki tüm dünyayı fethedebilirim gibi.
Neyse neyse, kızmayın. İyi okumalar. ^^
Uraz iyi çocuktu. Arada taktığı kemik gözlükleri yüzüne yakışıyor ve onu güvenli biri olarak gösteriyordu. Boyu uzundu. Hafif kaslıydı. Yani kızların onu sevmesi için yeterli tiplemelere sahipti. Ama onun yanındaki kızı hiçbir zaman uçuk biri olarak hayal etmemiştim. Daha aklıselim, Uraz'ın karakterine yakın yani olgun biri olur diye düşünmüştüm. Oysa bu kız benden daha çatlaktı. Grubumuzdaki çatlaklık kontenjanını Erdemle ben kapatıyorduk. Bu kıza hiç gerek yoktu. Erdem'in kıza pis bakışından onun da benimle aynı fikirde olduğunu anlayabiliyordum.
"İşte aşko ben de anneme dedim ki çiğ yumurta yemeyeceksek tavuklar niye sevişiyor?"
"Tavuklar sevişmez," dedim göz devirken.
"Bence senin kafa fazla çiğ yumurta yemekten yanmış," diye arka çıktı bana Erdem. Çağrıysa elini başının arkasına yaslamış bizi izliyordu.
"Horozlar niye var o zaman aşko? O yumurtalar gökten mi iniyor? Ya o civcivler, babasız mı büyüyor?"
Sorularına öylece kaldığımda mantıklı tarafım beni silkeledi. Çağrı Erdemle benim kala kalmışlığımıza güldüğünde ters bakışlarımı ona yolladım.
"Uraz," dedim. "Al canikonu da git hadi. Geliyorlar bana."
*
Aradan bir haftadan fazla gün geçtiğinde okulun kapanmasına oldukça az bir zaman kalmıştı. Yaklaşan üniversite sınavı, takdir almak için sınavları zorlamam, Uraz'ın yeni girl friendi ile anlaşmaya çalışmak gibi bir sürü çaba içindeydik. Bugün 18'ime basacağımı bile unutmuş olabilirdim. Ta ki daha kargalar bokunu yemeden Erdem'in görüntülü arayıp happy birthday to you portakal suyuu diye bağırmasına kadar. Mandalina suyunun daha uyduğunu ama portakal suyuna bayıldığım için böyle değiştirdiğini söylemeden de edemeyeceğim. O etmemişti çünkü. Ve ben tabi ki telefonu suratına kapatıp uykuma devam etmiştim.
Saat 8'e gelmeye yakın okula geldiğimde samimi kutlamalar beklentimi arşa çıkarmıştım. Çünkü sosyal olduğum ilk doğum günümdü. Önceki seneler sadece öğretmenlerimden falan iyi dilekler alıyordum. Oysa Erdem bile saat 00'ı bekleyip doğum günümü kutlamıştı. Nitekim Uraz da çardağa oturduğumda küçük bir pastanın üstüne mumlarla roma kamıyla 18 yazmıştı ve küçük bir de notu vardı. "Lütfen 18 oldun diye Çağrıyla evlenmek gibi bir hata yapma Adakız."
Uraz'la sarılıp sınıfa çıktığımda yolda gördüğüm ve kendime hediye olarak saçıma taktığım sarı papatya saçlarıma takılmıştı. Onu çıkarmaya çalışırken önüme bakmıyordum. Ve bunun sonucu bir bedenle çarpışmam oldu. Bedenin tanıdık elleri belimi buldu ve beni kaldırıp döndürdüğünde saçımdaki ellerim omuzlarını buldu. Başımı geriye atıp ona baktım. Yaklaşıp yanağıma bir buse bıraktığında gülümsemekten yanak kaslarım ağrımıştı.
Çağrı'nın yüzü son birkaç gündür çökmüştü. YKS'yi gerçekten çok takıyordu. Gözaltlarındaki morluklara parmak uçlarımı değdirdim. Beni yere bıraktığında "İyi ki doğdun dört tarafı sularla kaplı kara parçası," demişti. "Çok komiksin sevgilim," dedim gözlerimi devirirken. Gülüyordum bir yandan da. Onun ismine o kadar takılıyordum ki intikam almaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adalaşan Çağrılar
Teen FictionAşk yaz ayında portakal yemek mi yoksa kış ayında denize girmek mi? Aşk bir delilik mi yoksa aklın başına gelmiş hali mi? Yaşamak peki? Nefes alıp vermek mi yoksa verdiğini almak mı? Her verilen geri alınır mı, Öyle olsa kalbim hâlâ sende kalır mı...