Annem hep anlatırdı. Yağmurlu bir günde, sabahın alacakaranlık bir vaktinde sessiz sedasız doğmuşum. Bütün gün kapalıymış hava, kara kara bulutlar gökyüzünde geziyormuş; bazen çiseleyen yağmur bazen olabildiğince bastırıyormuş. Havanın o yağmuruna rağmen durulduğu bir vaktinde başlamış doğmumum, güzel hikayelerdeki ya da başrolün anlatıldığı o filmlerdeki gibi doğumumdan sonra güneş kendini göstermemiş ya da hava açılmamış. Tüm gün boyunca gök yarılmış ve o gün tüm şehir yağmur ile boğuşmuş. Haberlere konu olan, sel tehlikelisi görülen bir fırtınada düşen yıldırımlar ile doğmuşum. Havanın aksine ben sessizmişim, ağlamamışım. Herkes bende bir sorun var sanarken tenime inen ufak tokat darbesi ile suratımı buruşturup ağlamışım.
Yıldırım ismini vermek istemiş annem bana, Yağmur'u da seçenek olarak düşünmüş. Doğduğum gün gibi bir hayatım olmasın, hayatımın orta yerine hep yağmurlar yağmasın, bunun yerine vefalı birisi olayım diye en son Vefa demeye karar vermiş. Böylece yağmurlu bir günde doğan Vefa olmuşum ben.
Annemin istediği pek olmadı gerçi. Hayatımın orta yerine hep yağmur yağdı. Okula giderken ne zaman şemsiye almasam yağdı o yağmur, ne zaman önemli bir işim olsa tenim ıslandı, arkadaşlarımla ne zaman tatile çıkmak istesek o hafta hep hava kapalıydı. Bazen üstüme yağdı beni ıslattı, bazen gözümden aktı yanağımı ıslattı.
Şanssız bir insandım; yanıma şemsiye almadığın her zaman yağmur yağardı, ne zaman yağmur yağsa ben ıslanırdım. Kimse bana şemsiye uzatmadı , ben de hep ıslandım.
Şimdi ise yağmurlu bir günde bana şemsiye uzatan insanlar vardı. Bugün üstüme düşen görünmez damlaları engelleyen insanlar vardı. Belki henüz güneş açmıyordu ama yağan yağmur artık ıslatmıyordu.
"Benim evime gidiyoruz."
Yolda olan bakışlarımı çektim. Korkut'un sesini duyduğum anda dalıp gittiğimin farkına varmıştım. Kafam bomboş gibiydi ama değildi. Düşüncelerden oluşan ağırlıklar zihin terazimde tartılıp duruyordu. Akıl kefem ağır basarsa düşünceler öylesine birer ağırlık olarak kalıyordu ama düşünce kefesi aklıma ağır gelirse her şey duruyordu. Aklım da düşüncelerim de birbirine giriyor, beynim işlevini yitiriyordu. Beyaz ekran veren bilgisayar gibiydim ben de böyle anlarda, aşırı yüklenince hata veriyordum.
"Neden?"
Korkut kısa bir an bana baksada tekrar yola döndü.
"Çağatay başka bir yerde kalmanın sana iyi geleceğini söyledi."
Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi ondan çektim. Evle alakalı bir sorunum yoktu, onlarla da bir sorunum yoktu. Sorunum telefonda konuştuğum o utanmaz adamdı ama başkaları onun bende bıraktığı bu yarayı, travmayı daha düşünüyordu.
" Yanımda hiçbir şey yok, eve uğrayıp kıyafet alsaydık."
"Orada eşyaların var."
Dediği şey ile kaşlarımı kaldırıp ona baktım tekrar.
"Çağatay mı götürdü?"
Direksiyonu tutan elleri bulduğu yeri sıkı sıkıya kavramışken "Hayır." dedi.
"Orada zaten sana ait bir oda var. Sana ait bir kıyafet dolabı, kullanmayı sevdiğin eşyalar, okulda kullandığın kitaplar, çizim malzemelerin ve ihtiyacın olabilecek her şey..."
Onun evinde bana ait bir yer vardı. Bunu ben istememiştim.
"Aynı şekilde Çağatay'ın evinde de bir odan ve ihtiyacın olan her şey var. En başta senin için her şeyi ayarladık, belki diğer evlerde kalmamızı gerektirecek bir durum olur diye. Biliyorsun, önceden ikimiz de kendi evlerimizde yaşıyorduk. Senin için beraber yaşamaya başladık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Together +18| bxbxb
General FictionSugar Daddies ✨ Daddykink 🍷 "Merak etme, bizim elimizde şekilleneceksin. Her bir noktanı keşfedip, sana kendine ait hiçbir şey bırakmayacağız. Her zerren bizim." 01.21