9

754 39 45
                                    

Koltuğumda otururken önüme gelen bin bir dosyayla uğraşıyordum. Hepsini okuyup imzalama işi birbirinden beterdi. Şuraya düşüp bayılsam ve ayılınca bunların hepsi bitmiş olsa diye düşünmeden duramıyordum.

Ben dosyalara gömülmüşken kapının çalınması ile içeriye Sefer girdi.

"Abi, misafirin var."

"Kim?"

"Wesley diye bir adam."

Adını duyunca okuduğum dosya ile göz bağlantımı kestim.

Neden gelmişti şimdi bu adam? Neyse ki bunları düşünmenin sırası değildi, madem gelmişti, onu kendi tarafıma çekebilmek için bir şanstı bu. Gerçi bu şansı o kendi elleriyle bana vermişti ve kendisi buraya gelmişken benim şansa ihtiyacım olmadığını anlamıştım.

Önümdeki dosyayı kapatıp arkama yaslandım.

"Gelsin."

"Kim abi bu?"

"Sonra konuşuruz, çağır, beklemesin"

Kafasını eğip odadan çıktı.

Bir dakika geçmeden içeriye gülümseyen yüzüyle Wesley girdi. Aslında şöyle bir bakınca masum bir yüzü vardı. Aslında tam da insanları kandırabileceği bir yüzü vardı demek daha doğru olur.

Bana doğru yürüyüp elini uzattı. Ben de koltuğumdan kalkıp elini sıktım. Daha sonra karşımdaki koltuklardan birini gösterip oturması için işaret verdim.

"Hayırdır, hangi rüzgar attı sizi buraya?"

Adam sanki çok garip bir şey sormuşum gibi durdu ve gülerek önüne baktı.

"Maalesef o kadar Türkçeyi anlamıyorum. Ne demek istediniz?"

"Benim hatam. Neden gelmiştiniz diye soruyordum."

Tekrar gülerek önüne döndü. Lan yine mi anlamadı yoksa bu mal?

"Neden diye sormanız ne kaba, gitmemi ister misiniz?"

"Ağız alışkanlığı. Sorarken kötü bir niyetim yoktu. Sadece... Merak."

"Merakınız birazdan gidecektir." dedi göz kırparak.

Cilveli bakışları ve konuşması ile istediğini elde eden bir insan olduğu belliydi. Ama herhalde bu sefer o beni değil ben onu elde edecektim.

"diğer gün çok konuşmadık. Sizi daha çok tanımak istedim"

"Hayret. Sizi Türkiye'ye davet eden insanla birlikte olursunuz sanmıştım."

"Olurum. Ama şuan sizinle vakit geçirmeyi istiyorum. Biliyorsunuz, onunla hep iş. Ama sizinle iş dışında konuşmak istiyorum."

"Mesela ne gibi şeyler?"

"Sizi tanımak istiyorum."

Yüzündeki sırıtışa bakılırsa tek istediği bu değil gibi.

Benim yanlış düşündüğümü düşünüyor olabilirsiniz. Ama inanın ki ben asla yanılmam.

"Yurt dışında saygı değer bir patronum. İşleri orada ben bilirim. Her şeyi ben düzenlerim. Önemli biriyimdir."

Kendisini bu kadar övmesi gerçekten Türkçe'yi doğru konuşamıyor olmasının göstergesiydi.

"Madem bu kadar önemli birisiniz, neden buraya geldiniz? Ve neden Afşin ile ortak oldunuz?"

"Ortak değil, yardım ediyorum. Kısa bir süreliğine. Buraya gelmemin sebebi ise, biliyorsunuz, dışarıdan gelince burada para daha güzel. O yüzden burada da bir şeyler yapmak istedim. Ve bir yardım lazımdı. Beni de Afşin buldu."

Gülerek bana baktı ve bir elini masaya rahat bir şekilde koyup başını da eline yasladı.

" keşke beni bulan siz olsaydınız. "

Bu fırsatı kaçıramazdım.

" Sizin gibi değerli bir mücevheri kaçırmak hiç bana göre değil. Keşke... İlk ben sizi bulsaydım."

Gözlerindeki tatmin olmuş duyguyu gördüğüme yemin edebilirdim.

Kapının yeniden çalması ile içeriye giren Ahmet'i gördüm.

İçeriye girdikten sonra bana baktı. Ardından karşımda oturan yabancı yüzü gördükten sonra duraksadı ama yanıma gelmeye devam etti.

Yanıma ulaşıp elindeki dosyaları bıraktı. Ben önüme konan dosyaları alıp hızlıca bir göz gezdirdim ve kapattım.

"Çıkabilirsin" dediğim halde hala yanımda dikilen Ahmet'e bakıp, ne yaptığını anlamaya çalıştım.

Neden sözümü dinlemiyordu?

Ona baktığımda kitlenmiş bir şekilde Wesley'e baktığını gördüm.

"Ahmet?"

Transtan çıkmış gibi bana bakması ile "Dışarıya dedim." dedim.

Bana bakıp kafasını eğdi ve hızlı adımlarla odadan çıktı. Çıkarken Wesley de onun arkasından bakmıştı.

Odanın kapısı kapandığında "Sinirli biri midir?
" diye sordu Wesley.

"Hayır, bir çalışanım. Sıkıntısı yoktur."

"Kötü baktı bana."

"Genelde öyledir, sana özel değil yani."

"hmm" ladı anladığını belli edercesine.

"Bir şeyler içmek ister misin?"

"Şey vardı, Türkülere özel. Kahve?"

"Türk kahvesinden bahsediyorsun. Şekerli, sade?"

"Bir kaç kere içtim, acıydı. Bu yüzden şeker olsun"

Masamdaki telefondan, alt kata telefon edip iki kahve söyledim.

Çok geçmeden kahveler geldi ve içmeye başladık.

"Afşin ile hala çalışmayı düşünüyor musun?"

"Neden düşünmeyeyim ki?"

"Az önce beni keşfeden keşke siz olsaydınız demiştin. O yüzden belki gelmek istersin diye düşündüm."

"İstediğin zaman gelebilirim, Afşin beni ilgilendirmiyor. Sadece iş. "

Bir anda bana bu kadar ilgi göstermesi tuhaf gelmişti. Sanki birisi ona bunları yaptırıyor gibiydi. Ya da aynı takıntılı insanlar gibi...

Ama birisinin bunu yaptırma ihtimali sıfırdı. Emindim buna. Ne kadar saf görünse de, birisi için benim yanıma sızmazdı.

"Bu işler çok sıkıcı. Arada heyecan arıyorum."

"ne gibi heyecanlar?"

"Senin gibi"

Şaşırmış gibi görünmemek için suratımdaki ifadeyi bozmamaya çalıştım.

"Seni heyecanlandırabiliyor muyum" diye sordum.

"Evet, çok. Ben seni öyle yapabiliyor muyum?"

"Bilmem, denemen lazım" diyip koltukta arkama yaslandım.

"Sanırım seni heyecan yapmasını biliyorum ama bunu bir dahaki buluşmamıza bırakıyorum. Seni birdaha görebilmek için." dedi ve göz kırparak yerinden kalktı.

"Görüşmek üzere" dedi ve kapıya ilerleyip çıktı.

Gerçekten bana bir ilgisi vardı ve birdaha görüşmeyi istemişti. Balık tuzağa resmen kendisi düşmüştü.

Şimdi, Afşin düşünsün.

Düşman [b×b] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin