"Yaşamak için son şansı veriyorum sana? Bir ay, kabul ediyor musun?"Azrailim başımın üstünde durmuş, bana yaşamak için şans verdiğini söylüyordu. Ölüm yine beni buldu, her zaman bir adım arkamdan gelen ölüm, yine bana geldi. Anlaşma mış, başlarım böyle anlaşmaya. Tabii bunu sesli şekilde ona söylemedim. Anlaşma dediği şeyin sonunda yine beni ölüm bekliyordu. Yakamı bir türlü kurtaramadım bu ölümden.
"Söylese küçük fare, senin için sunduğum şartları beğenmedin mi?" Eliyle sertçe çenemi kavrayıp alayla konuşmuştu. O elini kırmak bana borç olsun. Şu elim, kolum bağlı olmasaydı, gösterirdim ona küçük fareyi.
Sustum, bir şey söylemeden öylece oturduğum yerde kaldım. Sessizliğimin onu sinirlendirdiğini biliyordum, yapmak istediğim de buydu, onu sinirlendirmek.
"Cevap ver bana," yüzüme attığı sert bir tokatla yere yığıldım. Ağzımda hissettiğim kanla yüzümü buruştumuşdum. Gözlerimi kapatdı için, hiçbir şey göremiyordum. Karşısında fiziksel olarak belki güçsüzdüm. Ama onu iyi tanıyordum. En azından zayıf noktalarını iyi biliyordum.
"Bir yıl, küçük fare. Sana sunduğum son şans bu. Ya kabul edersin, ya da bu hançerle kalbini söküp alırım. Kalp koleksiyonumun bir parçası olur o değersiz kalbin."
Evet, bunu yapardı o zebani. Ah, bir de insanlardan söküp aldığı kalp koleksiyonu da var. Sonunda istediğime ulaştım. Benimle anlaşmaya varmak zorundaydı, o benim son şansımdı, aynı şekilde ben de onun son şansıydım. Bir yıl, onu öldürmem ve katili bulmam için yeter de artardı bile.
Bir haftadır buradayım. Beni nereye getirdiğini bilmiyordum. Yol boyunca baygın gibiydim, uyandığımdaysa elim kolum bağlıydı. Aç susuz işkenceyle geçen bir hafta. Ama kazanan ben oldum, tabii kaybeden de olabilirim, bunu zaman gösterecekdi. Bana bir yıl daha ömür veren Azrailim Daniel'di. Tüm diyara nam salmış bir suikastçı. Bu zamana kadar kimse ne güzünü görmüş, ne de sesini işitmişti. Gaston şehrinin üzerine çökmüş bir kara buluttu adeta, ölümün gölgesidir kendisi. Ve o gölge beni buldu...
Henüz kime çalıştığını bilmiyorum, benden tam olarak ne istediğini de.
Daniel hiçbir zaman kimseyle anlaşma yapmaz, yahut kurbanlarına hayatlarını bağışlamaz. Bana da bağışlamamıştı zaten, ona gerekeni verdiğim an öldürecekti beni, zebani. Tabii bu süre zarfında onu öldürmeye çalışacağımı biliyordu. Böyle aptalca bir cesaret ancak Prensesi Venessa sahip olabilirdi, yani ben.
Anlaşmaya göre Gaston sarayına gitmeli, Lir taşını bulup ona getirmeliydim. Gaston sarayı çocukluğumun geçtiği yer, bir zamanlar yuvam olan yerdi. Ama onu da benden sökerek aldılar. Gaston krallığında tahta hep kız varisler geçer. Taht her zaman kadınlar tarafından yönetilirdi. Legalos ailesi çok geniş bir ailedir. Büyük annemin 11 çocuğu vardı, tabii ki 29 torunu ve 17 varisi. 17 varis diyorum çünkü erkek egemenliğinin olmadığı bir krallıkta asla, ama asla erkekler tahta geçemezdi. Böylece onlar varis sayılmaz, yalnızca prens rolünü görürlerdi.
Legalos ailesi Gaston krallığının gördüğü en soylu, sevilen, saygı gören; aynı zamanda en tehlikeli ailesiydi. 3 yıl içinde dünyaya gelen 17 varis, gelecekteki taht savaşlarının bariz göstergesiydi. Ama bu savaşlar çok erken başladı. Biz çocuklar bu savaşın kurbanı olduk. Geriye yalnızca 7 varis kaldı, 10 varis öldürüldü. Ailesiyle birlikte katledildi. Ben de 3 yaşındayken tüm ailemi kaybettim. Annemi, babamı, 2 erkek kardeşimi. Hepsi zalimce öldürüldü. Yüzlerini bile hatırlamıyorum, ailem yok edildi. Yalnız ben sağ kaldım. Bazen ben de ölseydim diye düşünüyorum, keşke ölseydim de onlardan ayrılmasaydım.
Benimle birlikte sağ kalan bir prens daha vardı. Öldürülen 7 aileden yalnızca biz ikimiz şans eseri sağ çıkmıştık. Belki de bilerek sağ bırakılmıştık. Bunu hep düşünürdüm. Kurgulanmış bu katliamda ben ailemle birlikte değildim, prens de öyle.
Saray dışında olan bir baloya, 11 ailenin çoğu katılmışdı, yalnızca 7 aile öldürüldü. Krallığa göre bu düşman krallıklar tarafından yapılan zalim bir hamleydi. Hiçbir zaman buna inanmadım. Hiçbir zaman. Katil aramızdaydı, hatta çok yakınımızdaydı. Kendimi bildim bileli onu bulmaya yemin ettim. Zaten başıma ne geldiyse bu yüzden geldi.
Bizim şımarık, hiçbir şeyi umursamayan prensimiz gibi hiçbir zaman bu yalanla barışmadım. Onu en son 10 yaşımdayken gördüm. Nasıl da ukalaydı, ona söyleneni yaparak bir prens gibi hayatına devam etti. Bazen düşünüyorum da belki de büyük annem yani kraliçe haklıydı. Erkekler bir krallığı yönetecek kadar cesaretli değiller. Ailesinin katillerine boyun eğen birinden ne kral olur, ne de varis.
Ben ise bununla hiçbir zaman barışmadım. Daha 10 yaşındayken herkese kafa tutardım. Herkesi sorgulardım. Büyük annem ve teyzelerim, onlar ve o çok sevdikleri soyadları için tehdit olduğumu söyleyerek beni kendi sarayımdan sürgün ettiler. Şimdi 19 yaşındayım, aradan geçen koskoca 9 yıl. Bana asırlar gibi gelen 9 yıl. Her gün, her saat intikam ateşiyle yandım, kavruldum. Onların bana ve aileme yaşattıklarını ödeteceğim.
Beni şehirden uzak bir çiftlik evine, dayımın yanına sürgün etdiler. Dayım diğerlerinden her zaman farklı olmuştu. Taht savaşlarının hep dışında kalmayı tercih etmiş, genç yaşında sarayı terk edip bu çiftliğe taşınmıştı. Beni her türlü belalardan ve saraydan korumaya çalışsa da, intikam hırsımı o da biliyordu. Beni durdurmaya onun bile gücü yetmezdi. Kimsenin yetmeyeceği gibi. Kaybedeceğim hiçbir şeyim yok, onlara da kaybedecek bir şey bırakmayacağım.
Saraya girmemi bırak, Gaston şehrinin kenarından bile geçmemi bana yasakladılar. Ah, bu bana ne kadar zevk veriyor. Benden bu kadar korkmaları, kendilerini uzak tutmaya çalışmaları ne kadar da komik. Onların eceli olacağımı bilmeleri ne kadar güzel.
Ama saraya girmem gerekiyordu ve ailemin gerçek katilini bulup onu yok etmem gerektiği için o lanet şehre gitmem gerekiyordu. Yıllar boyunca Kraiçeye ve teyzelerime, dayılarıma mektuplar yazdım, kendi evime dönmek istediğimi söyledim, ama bunun imkansız olduğunu söylediler. Onlara göre ben burada tehlikeden uzaktaydım, o şehir bana acılarımı yeniden yaşatacaktı. Aslında benden uzakta olan onlar güvendeydi ve her gün yaşadığım acılardan habersizdiler.
Saraya girmenin yollarını ararken tabii ki karanlık yollara başvurmaya mecbur kaldım ve cehennem çukuruna düştüm. Daniele ulaşmak tam bir yılımı aldı. Ama bana ulaşan o oldu, kendi kurbanlarını kendi seçmeyi seviyor. Ve beni seçti.
Bütün krallık hatta büyük annem, yani kraliçe bile ondan çekinirdi. Herkesin gizlediği, karanlığa hapsettiği bir sırrını mutlaka biliyor ve bunu zamanı geldikçe kullanıyordu. Tek istediğim, karşılığı ile beni o saraya sokmasıydı. Tabii karşılığının canım bile olacağını biliyordum. Daniel acımasız bir suikastçı olduğu kadar iyi bir pazarlıkçıydı. O güzel kalp koleksiyonunun çoğunu pazarlıkla aldığını duymuştum.
Tabii bana biçtiği zaman bir ay oldu ve karşılığıda o lanete gelmiş taş. O taşı ona vermem için bir ayı. Karşı çıktım, bir ayın çok az olduğunu düşündüm. Bu süre zarfında ne katili bulabilirdim, ne de o lanete gelmiş taşı bulup ona verebilirdim. Ve dile getirmesede taşı ona verdiğim an bu güçsüz düşen kalbim onun koleksiyonunun bir parçası olacaktı. Bir yıl daha işimi görürdü, belki Azrailimi bile öldürüp hayatta kalabilirdim. Azrayil ile anlaştığımda en büyük bedelinin canım olduğunu biliyordum. Bu yazılmamış bir kuraldı. Gel gör ki artık benim de canımdan başka kaybedecek bir şeyim yoktu ve onu riske atmıştım. Bu anlaşma için ortaya koyduğum kalbimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızların Savaşı
FantasyTaht oyunlarının kurbanı olan prens Derek ve prenses Venessa'nın mecbur bırakıldıkları bu savaş aşkın, ihanetin ve intikamın başlangıcı olacaktır. Küçük yaşlarında aileleri öldürülen prenses Venessa ve prens Derek'in kaderleri kesişiyor. Kazananı ol...