Han gözlerini açtığında kendi gezegenindeki yönetim binasındaydı.
Refkeks ile vücudunu kontrol etti ve uzaylı olduğunu fark etti.
Geri mi dönmüştü, nasıl dönmüştü? En ufak bir fikri yoktu. Hatırladığı tek şey Minho ve onu tutan eliydi.
O bunları düşünüp tek başına durduğu odaya bakınırken kapı açıldı.
İçeriye giren kişiyi tanıyordu, onu burada herkes tanırdı zaten. Ama her zamankinden çok daha sinirliydi.
Gezegenlerinin yöneticisi olan Kim Hongjoong, hızlı adımlarla Jisung'un üzerine yürüdü.
O bu gezegende yaşanan her şeyi kontrol eden kişiydi. Bu yüzden bütün uzaylılar ona minnettardı çünkü gezegenleri huzur içindeydi.
Jisung onu en son yüz yüze gördüğünde ( ki bu ilk görüşüydü aynı zamanda) şarkı söylediği için Dünya sürgününe gönderilmesine karar vermişlerdi.
Kim Hongjoong, Jisung'un yanına yaklaşır yaklaşmaz yakasına yapıştı.
- Sen ne yaptığını zannediyorsun?, diye bağırdı ona. Sesi o kadar sert ve yüksek çıkmıştı ki duyan biri onun kükrediğini düşünebilirdi.
Jisung şaşkın bakışlarla ona bakıyordu çünkü hiçbir şey anlamamıştı.
- Az daha uzaylı olduğunu söyleyecektin gerizekalı!
Sesi gittikçe daha yüksek çıkıyordu, Jisung bunun mümkün olmasına şaşırmıştı içten içe.
- Her şeyi mahvedip duruyorsun Jisung. Seni ne burada ne de Dünya'da tutamıyoruz. Durmadan başına iş açıyorsun.
Yakasını bırakıp ondan uzaklaştı ve masasına oturdu,
- Uzaylı olduğunu söyleyemezsin bunu bilmiyor musun?
-...
- Seni kendi gezegeninde tutamıyoruz çünkü çok büyük bir suç işledin. Şimdi de ikinci en büyük suçu işleyip başına yine dert açtın!
-...
-Ne yapalım Jisung? Ne istiyorsun? Seni Jüpiter'e mi gönderelim? Orada bir hiçliğin ortasında iki üç gün sefalet içinde yaşayıp sonra açlıktan ölmek mi istiyorsun?
- hayır, hayır lütfen, Jisung hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.
Koşarak Hongjoong'un yanına geldi ve ayaklarına kapandı.
- Yalvarırım beni geri Dünya'ya gönderin.
-Tch, thc, thc... Dünya'nın Jüpiter'den iyi olduğunu mu düşünüyorsun? Yoksa seninki aptal bir yaşama aşkı mı?
Han hâlâ ağlıyor ve ayaklarına kapanmış bir hâlde "lütfen" diye sayıklıyordu.
Ne Dünya'nın Jüpiter'den iyi olduğunu düşünüyordu ne de yaşama aşkıydı onu böyle ağlatan.
Minho'yu tekrar görmemekten korkuyordu.
Onunla yaşamaya başladığından beri hayatı daha güzeldi, hatta o kadar güzeldi ki Jisung ondan önce nasıl yaşadığını hatırlamıyordu bile. Sanki hep o vardı hayatında.
Kim Hongjoong omuzlarından tutup kaldırdı Jisung'u. O bir suçluyu tabii ama ne olursa olsun o da halktan biriydi ve Hongjoong onu böyle görmeye dayanamayacak kadar merhametli bir yöneticiydi.
- Seni zaten Dünya'dan alamayız şuan. Çok ani bir gidiş olur. İnsanların kafasında soru işareti bırakamayız.
- Yani geri mi döneceğim?
- Aslında bazı çalışanlarımız seni burada tutma ve insanların hafızasını silme taraftarı. Ama bu mümkün değil. Kalabalık bir grup ile tanıştın, hepsinin hafızasını silmek nelere mal olur bilmiyoruz.
- Yani geri mi döneceğim?
- Evet... ama tek bir şart ile!, sesi yine sertleşmişti. Ciddi bir şey söyleyeceği belliydi.
- Biz açıklamaya çalıştığın arkadaşının hafızasını sileceğiz.
- Ne?
- Hepsini değil tabi ki! Sadece seninle konuştuğu kısmı. Yani odaya geldiğin gibi bayıldığını sanacak.
Jisung derin bir nefes aldı ve rahatladı.
-Ama eğer tekrar böyle bir şey cesaret edersen Jisung! O zaman geri dönüşü olmayacak şeyler olur.
Kim Hongjoong'un bu sert tavrı her şeyi açıklıyordu.
Bilim insanları...
Jisung eğer tekrar böyle bir şeyi denerse kendi halkı, kendi yöneticisi onun gözünün yaşına bakmayacak ve bilim insanlarına vereceklerdi Jisung'u.
Tıpkı daha önceden de pek çok kez yaptıkları gibi...
Bunun düşüncesi bile tüylerini diken diken etmeye yetmişti.
Hızlıca onayladı Hongjoong'u,
- Bir daha olmayacak söz veriyorum. Çok dikkatli olacağım. Kimliğimi gizli tutacağım söz veriyorum.
Hongjoong aldığı söz ile rahatlamış ve hiçbir şey demeden odadan çıkıp gitmişti. Odadan çıkar çıkmaz yardımcılarına Minho'nun hafızasının silinmesi için verdiği emri duymuştu.
"Geri dönüyorum Minho" diye mırıldandı gülümseyerek.
Bedeninde aynı elektrik şokunu hissetmesi ile kendini yerde buldu tekrar.
"Bir daha buraya gelip gitmesem iyi olur" diye düşünüyordu yerde kıvranırken. Bu bir uzaylının ölümünden bile daha acı verici bir şeydi çünkü.
Bilincini tekrar kazandığında yumuşak bir yatakta yattığını hissetti. Gözlerini hafifçe aralayıp etrafına bakındığı sırada Minho ile göz göze geldi.
Elini tutmuş ve baş ucunda bekliyordu.
-Uyandın sonunda
Han onu ilk defa böyle görmüştü, dayanamayıp gülümsedi. O an aklına Minho'nun her şeyi unuttuğu geldi ama soyunma odasına çağırması ile ilgili bir sebebi yoktu, o an hala aklında olmalıydı.
"O anı da silseydiniz ya aptallar" diye geçirdi içinden. Zaten elektrik şoku yüzünden bütün bedeni ağrıyordu ve bilinci yüzde yüz açık değildi hala...
Bir de en nefret ettiği şeyi yapıp yine Minho'ya yalan söylemesi gerekiyordu.
- Daha iyi misin?, diye sordu Minho. Hala endişeliydi. Onu gerçekten iyi tanıyan biri yüzünden anlardı bunu ve Han onu gerçekten iyi tanıyordu.
- İyiyim, dedi gülümseyerek. İçini rahatlatmak istiyordu.
Minho sormadan önce bir sebep sunmalıyım diye düşündü,
- Oysa beni tekrar öpmeni isteyecektim ama sen daha bana dokunmadan bayıldım. Öpsen ne olur kim bilir?
Han'ın bu şaka ile karışık söylediği şey Minho'yu şoka soktu. Böyle bir cevap beklemiyordu oysa. Han da bunu söyleyeceğini düşünmemişti konuşmaya başlarken ama Minho'nun dudakları dikkatini dağıtmıştı işte...
- Kendine gel biraz, sonra bakalım öpünce ne olacak.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Galiba Han hiç diyemeyecek ya uzaylı olduğunu. Bir kere gitti geldi mahvoldu, bir gidişi daha kaldırabilir mi bilmiyorum...
Bu arada sonda acaba smut spoileri mı verdim hakcndmcmkdmd
İstiyor musunuz bilmiyorum ama yazmaya çekiniyorum biraz. Belki de ufak bir öpücük ile kapatırız bu konuyu