Çıkış yapmalarına oldukça az kalmıştı bu yüzden Han artık daha sıkı çalışıyordu. Her şeyi durmadan unutuyor olması ise işin cabasıydı.
Yorgun argın eve döndüğünde Minho'nun evde olmadığını gördü. Bütün vücudu resmen sızlıyordu acıdan, aç olmasını umursamadı ve kendini kıyafetlerini dahi değiştirmeden yatağına bıraktı.
O kadar yorgundu ki düşünecek hali bile kalmamıştı. Günlük ilaçlarını içmediğinin bile farkında değildi...
Yaklaşık bir saat sonra uykunun kollarına tamamen bırakmışken kendini, ilaç saati geldi ve geçti. Yatakta uzanan beden artık insan bedeni değildi.
Han bu şekilde dört saat kadar uyudu. Güneş batıp gece kendini göstermeye başladığında Minho da eve geri dönmüştü.
Elinde yemek poşetleri ile içeri girip elindekileri bırakmak için mutfağa doğru ilerledi.
- Han, gel hadi yemek yiyelim. Bizimkiler de gelecek.
-...
-Han!
-...
"Uyudu galiba yine" diye düşünüp Han'ın odasına girdi Minho
- Bak cheesecake ald-
Yatakta uzanan bedeni görmesi ile bir adım gerilemiş ve elindeki cheesecake paketini yere düşürmüştü. Şaşkındı şaşkın olmasına ama ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bağırmalı mıydı, kaçmalı mıydı?
Asıl soru bu soluk, tuhaf beden de neyin nesiydi?
Paketin yere düşme sesi ile uykusunun en hafif noktasında olan Han iyice uyanma evresine geçti ve hafifçe gözlerini araladı.
Minho'yu kapının eşiğinde görünce gülümsedi, doğrulmak için battaniyeyi üzerinde kaldırken her şeyi anladı.
Elleri... elleri uzaylı eliydi. Han kendi bedenine geri dönmüştü.
-B-ben, dedi kekeleyerek.
Minho ise hiçbir şey anlamamış, ne yapacağına karar verememişti.
-S-sen sen kimsin?
Minho'nun cümlesi ile Han'ın başından aşağı kaynar sular döküldü sanki. Bir gün bunun olacağını biliyordu ama bu kadar erken olmasını beklememişti sadece.
-Han, dedi titreyen sesiyle. Gözleri dolmuştu, elleri buz gibiydi, bütün vücudu titriyordu.
Kapının çalması ile Minho şaşkın bakışlarını bir anlığına da olsa Han'ın üzerinden çekti.
Hala şaşkındı, hala kafası karışıktı ama gelenlerin kim olduğunu biliyordu ve bu geceyi atlatması lazımdı. Neyin ne olduğunu anlamak sonranın işiydi.
Karşısındaki kişinin Han olduğunu anlamıştı, bu durumun açıklaması neydi veya ne olabilirdi Minho da bilmiyordu bunu ama Han'a güvenmek istiyordu.
-Sakın buradan çıkma ben gelene kadar.
Hızlıca kapıyı kapattı ve gelenleri içeri almak için evin kapısına doğru ilerledi.
- İki saattir bekliyoruz oğlum neden kapıyı açmıyorsun (Changbin)
- Bak tatlı aldık gelirken (Felix)
-Haaan, HAAAAN!!!! (Hyunjin)
Herkes içeri girerken Hyunjin evin içinde Han diye bağırarak dolanmaya başlamıştı.
- En yakın arkadaşım nerede benim?
Minho durup düşündü, ne diyecekti ki ona? Senin arkadaşın şuan odasında ama kendi bedeninde değil, gri bir teni var, büyük gözleri var. Bildiğimiz, gördüğümüz kişi değil mi diyecekti?
-Hasta biraz, diye mırıldandı ağzının içinde.
- Ne hasta mı!?, Hyunjin çoktan kendini bir oraya bir buraya atmaya başlamış, ağlıyor numarası yapıyordu. Bir anlığına durdu ve ciddi bir ifade ile Minho'ya baktı,
- Gerçekten mi hasta?
-Hıhım.
-Umarım ciddi bir şey değildir, dedi Chan endişeli bir şekilde.
-Yok, yok büyük bir şey değil. Midesi ağrıyor galiba. Uyusun geçer.
(Uyusa geçer miydi bu durum?)
- Yediğimiz yemekler mi dokundu acaba, biraz acılı şeyler yedik dün gece stüdyoda. (Changbin)
(Yemekler ile alakalı mıdır ki?)
- Cidden tek tek dökülüyoruz. Önce Jeongin grip oldu, şimdi Han rahatsız. Pratik yapmaktan canımız çıktı. (Seungmin)
(Yorgunlukla alakası var mıydı Han'ın bu halinin)
-Ben gidim bir Han'a bakayım (Hyunjin)
(Baksak geçer mi ki? Bakmak... Lan)
-Hyunjin dur!!
Minho Hyunjin'in koluna asılmış gitmesine izin vermiyordu.
-Ya bıraak, arkadaşıma bakacağım iyi mi diye.
-Bırakmam. Uyuyor çocuk gidip uyandırma şimdi.
- Minho doğru söylüyor aslında. Bırakalım uyusun (Felix)
-Tamam tamam. Sen öyle diyorsan gitmem o zaman yanına. (Hyunjin)
Minho herkesi salona oturttu ve yemek yediler. Bütün yemek boyunca aklı hâlâ Han'daydı. Ağzına tek lokma atamadı o yüzden.
Normalde bu gece hep birlikte burada kalmaya karar vermişlerdi ama Han hasta olduğu için Chan eve dağılmaları gerektiğine karar vermişti. Han iyileştikten sonra gelebilirlerdi tekrar, ne de olsa bundan sonra hep birlikte olacaklardı.
Üyelerin gitmesi Minho'nun da işine geldi çünkü hasta yalanını devam ettirmek onun için çok zordu. Eline yüzüne bulaştırmadan günü bitirdiği için rahatlamıştı.
Bir süre kendi kendine oturdu ve düşündü. Birazdan öğreneceği şeyler hoşuna gitmeyebilirdi. Çok korkunç şeyler olabilirdi. Aklına gelmeyecek şeyler de olabilirdi. Kendini buna hazırlaması gerekiyordu. Kendini her şeye hazırlaması gerekiyordu.
Odada gördüğü kişi ya da varlık artık her ne ise ona Han olduğunu söylemişti. Sesi de Han'ın sesinin aynısıydı. Belki de o varlık haklıydı. Belki de bir şey olmuştu (ne olduğuna dair bir fikri yoktu) ve Han bu hâle gelmişti.
Ya da biri Han'ın yerini almıştı?!
"Eğer o kişi Han ise zaten gerçekleri öğrenirim. Han bana her şeyi anlatır." diye düşündü kendi kendine.
"Eğer Han ise bir çözüm yolu bulunur"
Kendini ikna ede ede Han'ın odasının kapısına geldi. Belki de artık içeride değildi bile? Belki Minho yorgun olduğu için anlık bir yanılsama görmüştü. Aklına türlü türlü fikirler geliyordu sürekli.
Elini kapının kulbuna attı ve 30 saniye kadar öyle durdu. Cesaret toplamaya çalışıyordu.
"Han. Han'a güveniyorum ben"
Yeterli cesareti hissettiği gibi kapının kulbuna indirdi ve kapıyı yavaşça açtı.
Kapıyı açmasıyla yatağın üstünde titreye titreye, sessiz sessiz ağlayan ve parmakları ile uğraşan bedeni görmesi bir oldu.
Minho biraz da olsun rahatlamıştı. Çünkü nerede görse tanırdı bu masumiyeti, o Han'dı...
~~~~~~~~~~~~~~~
Farkında mısınız sona geliyoruz... Galiba iki bölüm kaldı. Utanmasam ağlayacağım cidden.
Bundan sonra zaten işler karışık arkadaşlar, yavaş yavaş finale hazırladım sizi ama haberiniz yok dbzmnxdmmdmd
Bir sonraki bölümde görüşürüz artık öptüüüm