model, sarı kurdeleler.
Hayat herkes için adil değildi.
Hayatta herkes masum değildi ama herkes kötü de değildi. Hayatın şartları insanları iyi veya kötü olmaya zorlayabilirdi.
İyi insanlar kötülükle tanışıp kalplerine şeytanın verdiği tohumları ekebilir, cehennemi içlerinde taşıyabilirlerdi. Bunun adı değişmek değildi, bunun adı kalbin kırılmasıydı.
Kalbi kırılan her iyi insan bir gün şeytanın tohumlarını kalbine eker ve kötülüğü kabullenirdi.
Kötü insanlarsa değişmezdi. Kalplerinde şeytanın ektiği tohumları büyütüp bir orman yaratan insanlar hayatları boyunca şeytana bağlı kalırlardı. Bunun adı saf kötülüktü.
Ektikleri ağaçları teker teker sökseler, yaksalar ya da yok etmeye çalışsalar bile kökleri kalbe tutunan dalları bir türlü içlerinden atamazlardı.
Melekler, cennetin tohumlarını her kalbe ekerlerdi ama kötülüğü seçen kalpler cenneti cehennem ateşine vererek yakarlardı.
Hiçbir babanın günahı çocuğun boynuna yazılmaz derlerdi. O hâlde yaşayan bu mutsuz çocuklar neyin cezasını çekiyordu?
Hayat çoğu zaman adaletsizdi. Yaşamaya çalışmak ve adaletsizliğe direnmek her geçen gün zorlaşıyordu ama bir şekilde yaşıyorduk.
“Önüne bak ulan.” omzuma çarpıp geçen bir tane ayyaşı umursamadan okul çantama iyice asıldım.
Bu mahalle böyleydi, gündüz vakti ayyaşlar size musallat olabilirdi. Keşler her an önünüzü kesip sizden madde dilenebilirdi. Alkolden beyin nöronları erimiş insanlar kadın erkek, küçük büyük demeden herkese laf atabilir, tecavüz edebilirdi.
Kafamı iki yana sallayarak adımlarımı hızlandırdım.
Her gün haberlerde gördüğüm insanların yerinde bir gün kendi adımın yazacağından ve insanların ekrandan yüzüme bakarak erkekleri nasıl tahrik ettiğimden bahsetmesinden, o saatte neden dışarıda olduğumu sorgulamasından, başımın açık olmasından ve her dar kafalı insanın aklına gelen binlerce bahaneden delicesine korkuyordum.
Tacizin, tecavüzün, ölümün bahanesini nasıl sunarlardı? Bir insanın canı giyiminden kuşamından dışarıya çıktığı saatten nasıl daha değersiz olabilirdi? Aklım bu soruları almıyordu ve yaşadığım dönemden ölesiye nefret ediyordum.
Kasım ayının çok da soğuk olmayan rüzgarı üstümdeki ince,eskimiş hırkadan içime sızarken tüylerimin havalandığını hissettim.
Hava soğuk değildi ancak üstümdeki kıyafetler beni ısıtmaya yetmiyordu.
Sokağın ortasında duran tek katlı, üç odası olan yıkık dökük mavi evimizi görünce iç çektim.
Adımlarım bu kez yavaşlarken kendimi olacaklara hazırlamaya çalıştım.
Hep aynı şey olurdu. Ben okuldan gelirdim, babam okuduğum için beni saatlerce döverdi. Sonra hızını alamayıp okumama izin verdiği için annemi döverdi. Ona ve bana kadın olduğumuz için küfürler eder, annemi erkek çocuk doğuramadığı için suçlar dururdu. Bütün bunların sonunda yine sinirlenir, kendini alkole verir ve sızıp uyandıktan sonra bizi yine döverdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Teen Fiction. "Bana itaat edeceksin! Babam parmağındaki yüzüğü taktırmak için babana milyonlar döktü." Gözlerimi kapatıp yaşları geri göndermeye çalıştım. "Bunların hiçbirini ben istemedim. Sana asla itaat etmeyeceğim." "Sen benim tutsağımsın Elmas Arıcı. B...