sezen aksu, güllerim soldu
.
Kafası dinlenmiş her insan mutluluk ve huzurun bir nebze tadını alırdı.Az bir süre de olsa stresten, sinirden uzak durmak insana iyi gelirdi. Belki bir deniz kokusu solumak, güneşin tadını gerçekten çıkarmak ya da belki karın altında saatlerce dolaşmak...
İnsana neyin huzurlu hissettireceğini kendisinin başka kimse bilemezdi.
Kendim için hep yaz insanı derdim çünkü yaz mevsimleri benim için güzel geçerdi. Uzun kollu giyinemediğimden babam beni dövmezdi, sahile gidip denize girebilirdim ve eğer o gün şanslı bir günümdeysem tatile gelen kişilerin çocuklarıyla konuşup ikimize dondurma aldırabilirdim. Bunlar beni küçükken mutlu ederdi çünkü çocuktum ve en büyük mutluluğum o gün yediğim çilekli dondurma oluyordu.
Büyüdükçe kendinden uzaklaşmış ve yaz mevsimini sevemediğimi hissetmiştim. Artık çocuk değildim ve kimseye çilekli dondurma aldıracak yaşta değildim. Sıcak beni bayıyordu, büyüdükçe vücudumdaki izler de büyüyordu ve sıcak havada yaralarım yeniden kanıyor gibi hissediyordum.
Sıcak demirin sırtımda bıraktığı yanık izi ve o günkü koku yeniden burnuma dolduğunda gözlerimi kapattım. Düşünmemem gerekiyordu biliyordum ama zihnim beni sürekli geçmişimin hırçın dalgalarına itiyordu. Boğulmamak için çabalarken kendimi dalgalara teslim ediyor, bana el uzatan geleceğimi göremiyordum.
“Ne yapacağız senin bu sürekli dalıp gitme işini?” Mirza elindeki karton Bardallarla yanıma gelirken kafamı yeniden odaklandığım çocuklara çevirdim.
Kardan adam yapıyorlardı ve o kadar mutlulardı ki, içimde çocukluğunu yaşayamamış olan küçük kız göğüs kafesimin kemik parmaklıklarına tutunmuş tutsak olduğu hayatı izliyordu. Safir rengi gözlerinde büyük bir hüzün vardı, engelleyemediği.
“İnsanın yaşayamadıkları çok olunca yaşadıklarında boğulurmuş.” diye mırıldandım. “Yaşayamadığım her an boynuma bir urgan gibi dolanıyor, ufacık hareket etsem altımdaki tabure kayıp gidecek ama ben hâlâ urgandan kurtulmaya çalışıyorum.”
Elindeki bardağı bana Uzatırken bir tane garson da tatlı tabaklarını getirdi. Mirza sakin bir şekilde karşıma oturup kahvesinden bir yudum aldı. “Belki de boynuna dolanan şeyin urgan olduğunu sen düşünüyorsundur. Bunun bir aksesuar olduğunu düşündün mü hiç?” kaşlarımı kaldırıp yüzüne bakarken o hafifçe gülümsedi. “Hayata baktığın pencereden aşağı atlarsan kendi cehennemini yaratırsın. Oysa baktığın yerin cennet olduğunu düşlersen kanatlanıp uçarsın.”
Oysa baktığın yerin cennet olduğunu düşlersen kanatlanıp uçarsın. Haklı mıydı? Hiç o yönden bakmamıştım. Bana göre yaşadığım hayat cehennemdi ve ben cenneti arıyordum. “Bunu düşünürüm.”
Mirza hiçbir şey demeden kahvesiyle tatlısına yumulduğunda ben de kahvemden bir yudum aldım ve hayatı düşünmeye devam ettim.
~~~
“Yeni yılı Gülcanlarla mı geçirmek istiyorsun?” diye sordu Mirza şaşkınlıkla. Aralık dudaklarıyla bana bakarken ördeğe benziyordu.
Neye bu kadar şaşırdığını anlamayarak, “Evet Mirza. Çocukları özledim. Hem turumuz bitti dememiş miydin az önce?” diye sordum.
“Evet dedim ama bu kadar çabuk eve dönmek istemeni anlayamadım.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Novela Juvenil. "Bana itaat edeceksin! Babam parmağındaki yüzüğü taktırmak için babana milyonlar döktü." Gözlerimi kapatıp yaşları geri göndermeye çalıştım. "Bunların hiçbirini ben istemedim. Sana asla itaat etmeyeceğim." "Sen benim tutsağımsın Elmas Arıcı. B...