28. ADALET PERDESİ

137 12 22
                                    


.

.

Hayat inişleri ve çıkışları olan basit bir olguyken içini doldurabilecek insanlar olması fazlasıyla garipti.

Bir insan geliyor, yüzünüzü gülümsetebiliyor, sizi mutlu edebiliyor ve basit bir olgu olan hayatı daha yaşanılabilir kılıyordu.

Daha da garip olanı yüzünüzü gülümsetip içinizi ısıtan, hayatı daha katlanılır kılan insan bir anda dünyanızı başınıza yıkabiliyor ve basit bir olgu olan hayatı daha da zorlaştırabiliyordu. İnsanoğlu çok garipti.

Akşam saatlerinde eve geldiğimde Gülcan evin önündeki gölün yanında oturmuş sigara içiyordu. Şaşırmıştım çünkü Gülcan alkol kullansa bile sigara kullanan bir insan değildi. “Elmas,” dedi ben yanına oturduğumda. Kasıklarımda haddi hesabı olmayan bir ağrı vardı ve regl olacak gibi hissediyordum. “sanırım Mete’yle konuşman gerek.”

Kafamı göle doğru çevirip dizlerimi karnıma doğru çekerek ağrımı azaltmaya çalıştım. “Beni suçluyor.” diyebilmiştim yalnızca, fazlasına yüreğim acırdı hissetmiştim. Yetişkin bir insanın beni suçlaması beni üzmezdi ama küçük bir çocuğun bana olan suçlayıcı tavırları beni mahvederdi.

“Korktuğu için öyle söyledi sonra pişman olup göğsümde ağladı. Seni çok seviyor.” dedi sigarasından bir nefes daha çekerken. “Ben onu affedeceğini söyledim ama huzursuzdu.” hiçbir şey demeden kafamı salladım.

Bir süre sessizce ay ışığının aydınlattığı gölün yüzeyini izledik. Dolunay vaktiydi, karanlık gölün yüzeyinde dağınık şekilde duran ay görüntüsü içime sebepsiz bir huzur ekiyordu.

Gülcan arada sırada kenarda duran sigara paketinden bir dal çıkarıyor, durakları arasında yerleştirip bir nefesi çektikten sonra sigaraya bakıyor ve yanlış bir şey yaptığına kanaat getirmiş gibi yere bastırıp söndürüyordu. Saydığım kadarıyla altı tane sigarayı bu şekilde söndürdüğünde uzanıp paketi yanından aldım. “Heba edeceğine ben içerim hiç sorun değil.” bir dalı çıkarıp dudaklarım arasına yerleştirdim, Gülcan çakmağı uzattığında ucunu alevlendirdim.

Hiçbir şey demeden kafasını sallarken, “Elmas,” dedi acılı bir tonda. “ne yapacaksın? Mirza'ya dava açtığını söyledin evet ama anlaşmalı boşanma yapmanızın imkânı yok. Başka şekilde de Mirza kabul etmediği sürece dava uzar. Hadi boşandınız, ondan sonra ne yapacaksın? Evin yok, işin yok, tanıdığın hiç-”

Sözünü kestim. “Orasını bana bırak ben kendim hallederim. Bir boşanalım da gerisi kolay.”

“O çocuk hastanedeki,” diye başladı cümlesine. “yanlış anlama yargılamayacağım kızmayacağım da sadece meraktan soruyorum.” bakışlarımı gölden yüzüne çevirdiğimde bana olan bakışlarında inancı gördüm. Neyin inancıydı bilmiyordum ama ne dersem diyeyim inanacak gibiydi. “Sevgilin mi?”

Bakışlarımı yeniden ayın aydınlattığı gölün yüzeyine çevirdim. Ne demeliydim? Dağhan benim neyimdi? Sevgilim değildi. Arkadaş da değildik. Avukat-müvekkilden de fazlasıydık. Ya da belki de ben kafamda kurup saçmalıyordum bilmiyordum ama bu sorunun cevabı kesinlikle basit bir kelimeden çok daha fazlasıydı.

“Bilmiyorum,” dedim açıkça. “sevgilim değil. Şimdilik avukatım ileride neyim olacağı konusunda hiçbir fikrim yok.”

Gülcan elini omzuma attı. Donuk bakışlarımı yüzüne çevirince gülümsedi. “Hisler Elmas, hisler insanları var eden yegâne şeylerdir. Eğer yaşanması gereken bir hissin varsa doğru veya yanlışlığını düşünme. Hayat doğru ve yanlışı düşünüp mutlaka doğruyu seçebileceğin kadar dürüst değil.”

TUTSAK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin