Günler monoton bir şekilde geçiyordu. Uyan, derse gir, yemek ye, derse gir, ödev yap, uyu. Ekstra olarak cumartesi günleri Matt'in önerdiği yere gidip kan alıyordum. Bazen kendimi tutamayıp 2-3 torba daha alıyordum ve bu beni dinç tutuyordu. Bir daha o vampire dönüşme olayını yaşamamıştım ve Jack'le tek kelime bile etmemiştik. Bu sırada Matt'in dediklerini düşünmemiştim bile, bana kalırsa o adam tam bir kaçıktı.
Chloe'yla yürüyüşe çıktığımız bir gün koridorda vamball takımı seçmelerini görmemle nihayet o monotonluk bitmişti. Sahada altı kişilik bir açık vardı. Chloe'yu vamball sahasına sürükleyip ikimizin de adını listeye zorla yazdırmıştım.
Seçmeler bugün ve ben son sınıflarla 11. sınıfların aynı takımda oynadığını yeni öğreniyorum. Bu da demek oluyordu ki Janet'in başkanlığını yaptığı takımın seçmelerine katılmıştım ve eğer seçilirsem onun türlü işkencelerine katlanmak zorunda kalacaktım. Onun da benden haz etmediğini anlamak için çok zeki olmaya gerek yoktu.
Chloe'yla vamball sahasına ilerlerken spor çantamın ağırlığı altında eziliyordum. Benim oflamamla ve Chloe'nun benim oflamalarıma göz devirmesiyle geçen uzun bir yolun sonunda nihayet soyunma odalarına varmıştık.
Ben iki dakikada hazırlanmıştım ama Chloe daha dizliklerini bile giymemişti. Tüm oyuncuları sahaya çağıran anons duyulduğunda nihayet hazırdı ve geç kalmamak için hızlıca sahaya ilerledik.
Biz geldiğimizde herkes sahadaydı ve koşuya başlamak üzerelerdi. En geç biz geldiğimiz için en sona kalmıştık. Vamball sahaları kapalı olurdu ve koşular ve esneme hareketleri sahanın dışında yapılırdı.
Koşuya başladığımızda önümüzdeki kız fazla yavaş olduğu için sürekli ayağına basıyordum o da arkasına dönüp bana dik dik bakıyordu. Artık dayanamayacağımı anlayınca vampir hızımı kullanarak sıranın en önüne geçtim. Arkadan mızmızlanma sesleri duyuluyordu ama umrumda bile değildi. Sahayı iki kere turladıktan sonra kimsenin hali kalmadığı için durmak zorunda kaldım.
Isınma yaklaşık 10 dakika sürmüştü. Koç bizi maç için takımlara ayırmıştı ve ben ne yazık ki Chloe'yla aynı takımda değildim. Tersine takım arkadaşlarım tam bir felaketti. Koç bireysel değerlendirileceğimizi söylese de bundan pek emin değildim, kazanan takıma ayrıcalık yapılacağı belliydi.
Vamball iki takımla oynanan ve vampir özellikleri kullanılarak oynanılması gereken bir tür savaş oyunuydu. Saha bir orman şeklinde döşenirdi ve aşırı büyük olurdu. Takımlarda on kişi olurdu ve bu da takıma girebilmek için 19 kişiyle yarıştığımı gösterirdi. Her takımın koruması gereken bayrakları vardı ve bu bayrakları sahanın içinde ve kendi taraflarında olmak şartıyla her yere yerleştirebilirlerdi. İki takım da bayraklarını yerleştirdiğinde sahanın herhangi bir tarafına vamball adı verilen büyük bir top atılırdı. Sahanın karşılıklı taraflarında üç tane kule vardı, ortadaki hep daha uzun olurdu. Her takıma toplam 10 torba sarımsak verilirdi. Bu torbalar sahanın içine gizlenirdi ve temas edildiğinde patlayıp etrafa kokularını yayarlardı. Tabi biz yerleştirirken neden patlamadığını soracaksınız, orada da biz temas ediyoruz sonuçta. İnanın bilmiyorum. Bildiğim şeyse siyah takıma verilen torbalara siyah takımdan biri değerse bir şey olmayacağı ve eğer torbanın yanında burnunuzdan çok derin bir nefes almazsanız kokusunu algılamayacağınız. Sarımsak torbasıyla ilgili son bir şey daha var. Kendi isteğinizle temas etmediğiniz sürece işe yaramaz. Yani eğer biri size torbayı fırlatırsa patlamaz. Oyunu kazanmak için karşı takımın bayrağını dikildiği yerden kaldırmalısınız. Ve sadece iki kural vardı: Öldürmek ve uçmak yasak. (Vamball'ı elinizde tuttuğunuz sürece uçma hakkına erişirsiniz.)
Son sınıf olan kızlar bozulsa da takım kaptanı olarak ben seçilmiştim, bunda hem sabahki koşuyu yönetmiş olmam hem de eski okulumda müdire tarafından takımdan çıkarılana dek takım kaptanı olmam vardı. Övünmek gibi olmasın ama her 5 yılda bir yapılan Yönler Şampiyonası'nı kazanmıştık, tabi ki ben kaptan olacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vampirler Okulu
Vampireİçeriye girdiğimizde Jack, "Bana borçlusun." dedi. "Neden ya? Sadece teşekkür etsem olmaz mı?" diye sordum yakınarak. Başını iki yana salladı. "Zamanı geldiğinde hatırlatırım." dedi. Durdum. O yürümeye devam etti ve bir süre sonra karanlık koridorda...