Sobadaki odunların çıtırtısı ile evin içinde yankılanıyordu. Duvara yaslanmış döşekler,yorganlar ve halı ruloları bir kenara yığılmıştı. Yer sofrasının üzerinde dizine kadar çektiği sofra bezini düzeltti. Beyaz ve çiçek desenli sininin üzerinde çelik taslara doldurulmuş yiyeceklere göz gezdirdi. Akşamdan kalma yemekler ısıtılmış, domates ve peynirle birlikte masaya koyulmuştu. Yengesi sobanın üzerindeki aliminyum çaydanlığın yeterince ısındığını düşünerek sobanın üzerinden almıştı. Yaşlı kadının elleri üzerinde kahverengi lekeler ve kırışıklar belirgindi,eli yanmasın diye ıslak bir bezle kavradığı çaydanlığı sobanın üzerinden aldı.
"Tarık."diye buyurmuştu amcası.
"Buyur amca."
"Çay."diye yanıtlamış ve cümlenin gerisini dahi kurmamıştı.
Evin kerpiç duvarları rüzgardan ıslık gibiydi. Kapı ve pencere aralıklarından sızan soğuk hava ıslık çalıyor gibi duruyordu. Ancak Tarık yine de halinden memnundu. En azından iki sobalı bir evdeydi ve salondaki sobanın yanında uyuyabiliyordu. Ayrıca evdeki kişi sayısı az olduğu için karnı daha çok doyuyordu. Öteki türlü ağabeylerinden,ablalarından ve yiğenlerinden önüne bir dilim ekmek ve yarım tas çorba zor düşüyordu.
"Solunan tutma."diye fısıldadı yengesi hoşnutsuzca. "Solunan tutup durma oğlum,bereketini kaçıracan nimetin."
Tarık endişeyle elini kontrol etmişti. Doğduğundan beri solaktı ancak gerek hacı babası gerekse de çevresi oğlan ne zaman solunu kullansa tembihlerdi. Onu uyarırlardı. Solunu kullanamasın diye anasının zamanında ona çolak muamelesi ettiğini bile hatırlıyordu Tarık. Ne yaparsa sağ ile yapmaya zorlandığını ,bu yüzden ilkokulda çok geri kaldığını ve hocasının da kalem tutamadığı için sürekli cetvelle ellerine vurduğunu anımsıyordu.Parmaklarını birleştirir,büzdürür tırnak diplerini sancıtacak kadar kuvvetli cetvel darbeleri sıra sıra ellerinde gezerdi genellikle. Bunu hatırlayınca korkuyla sağ eline güç verip,sol elinin iktidarını cılızlaştırmaya çabalamıştı.
Sol eli her fırsatta öne öne atılıyordu ve Tarık bu durumdan utanıyordu.
Yengesi ve amcası için çaylarını doldurmuştu. Dizlerine örtüyü yeniden çekip sofrada bir kaç lokma daha atmıştı ağzına. En azından sıcak bir yerde kaldığı ve karnı doyduğu için mutluydu. Evin tekne kazıntısıydı. Çok yoksul ve köylü bir ailenin hasta ve cılız doğan ,sağ bile kalacağı meçhul olan "sağ kalan çocuğuydu",ölür diye isim bile konulmaya lüzum görülmemişti. İlkokulu bitirdikten sonra ağabeyleri ile birlikte tarlalarda ırgatlık yaparak çalışmaya başlamıştı. On altısını bitirdikten sonra ise amcası onu kendi yanına istemişti.
Aslında çok öncesinde doğunca evlatlık olarak istemişlerdi lakin kendi kızları ölünce evlendirmek üzere öte köyden iç güveysi alacakları bu oğlanı getirmemişlerdi. Oğulları rahimde tutunmuyordu,kızları da ilkokul çağına dek bile yaşayamamıştı. El mecbur yaşlı ve kimsesiz kalınca ,yenge de artık ev ve hayvana yetişemeyince hizmet için yine Tarık uygun görünmüştü.
Tarık sabah kalkar yaşlı çift için sofrayı hazırlardı,sobayı ısıtırdı. Odunları içeri taşırdı,kapılarını süpürürdü. Alınacaklarını alır ,ortalığı toplardı. Daha sonrasında yaşlı adam ve kadının ilaçlarını verdikten sonra sabahın kör vaktinde kalkıp malları ve davarları otlatmaya çıkarırdı. Amcasının köpeği "Akbaş" bir Kangal kırmasıydı. Vakti zamanında bir traktör kadar para ettiği söylenirdi. Şimdilerde ağır aksak yaşlı bir köpek olsa da Akbaş,her sabah Tarık'a eşlik ederdi. Tarık ona bulgur aşı ve tavuk suyu hazır eder,kendisiyle birlikte kara kışın ortasında dolanan hayvanla sohbet ede ede giderdi.
Telefonu yoktu.
Evlerinde televizyon hiç olmamıştı zira bunun evdeki melekleri kaçıracağına inanılırdı. Abilerinin evinde televizyonda telefonda vardı,Tarık onlar için üzülürdü. Evdeki meleklerin olmayışının evin bereketini kaçırmasından korkuyordu.
O gün Akbaş sürüyü dağa kadar çıkarıp gezdirmişti lakin Tarık o tarafa gitmeye korkuyordu. Mezarlıkta işittiği yüksek fısıltılı sesler,gecenin köründe bağrış çağırışlar hayra alamet değildi. Bu ancak arafta kalmış bir ruhun ya da cehennemde kabir azabına hazırlık eden bir günahkarın avazı olabilirdi. Bu nedenle Tarık içten içe oraya gitmeye korkuyor olsa da bir dua etmeyi ihmal ettiği için de kendisine kızıyordu.
Belki de kabrinde çok ağır azap çeken bir ruha hayır duası okumadığı için kendini kötü bir insan olarak hissediyordu. Ancak çok korkmuştu. Küçüklüğünden beri bu tarz hikayeleri bilirdi. Gece vakti tırnak kesmenin günahı,sabah yüz yıkamayınca şeytanın suratına işiyor oluşu,sol el ile yediği yemeklerin günahkarlığı ve pek çok şey kafasının içinde geziniyordu. O gece de muhtemelen mezarlık kenarında hayvanlarla gezdiği için ve türkü çağırarak etrafta dolandığı için kötü kötü şeyleri çağırmıştı.Gece ıslık çalmak şeytanı yanına çağırmak demekti ve türküye dalıp bunu yapmıştı.
"Hayırlı sabahlar."diye selam vererek ,aşağı köyün kıraathanesine doğru adımlamıştı.
"Hayırlı sabahlar genç."
"Buralarda ,köyde genç bir abi vardı. İsmi Ceyhun. Yanında da ahbabı vardı,Doğukan."dedi Tarık merakla. "Ne civarda otururlar?"
"Yılmazgillerin torunu diyosun sen hele,aşağıdan gir ,orada bahçası geniş yaylım arazide."
Tarık kafa sallayarak tebessüm etmişti. Dün gece oldukça ürkmüş ve korkmuştu. Eğer o iki delikanlı ağabey olmasa muhtemelen ödü yarılır,orada inme geçirirdi. Bu nedenle evdeki kavanozda duran reçellerden iki cam konserveyi gizlice koltuklarının altına ittirivermişti.
Bunu yazın kendi köyündeki çalılıklardan toplamıştı. Onun köyünün dört bir yanı böğürtlen çalılıklarıyla kaplıydı.Tarık bu yazın sonunda güzün başında elleri deline deline kilolarca toplamıştı. Elbette kendisi bir kaç avuç yedikten sonra kalanı böğürtlen reçeli yapmak üzere yengesiyle birlikte şekerde kaynatmıştı. Bunu yöresel pazara göndertip satıyorlardı. Diğer hayvanların sütü,yoğurdu ve peynirlerine yaptıkları gibi.
Ancak Ceyhun ve Doğukan çok iyi adamlardı. Tarık bu nedenle onlara gündüz gözüyle teşekkür sunmak adına elleri boş gitmek istememişti.
Parası yoktu çünkü parası hiç olmamıştı. Baktığı hayvanların etini sütünü yiyebiliyordu. Üstündekiler eskiyince yengesi şehirden ona kıyafet aldırıp ,ayaklarını sıcak tutacak ayakkabılar veriyordu. E,paraya ne lüzum olacaktı sonuçta. Kendi ailesinin evinde kış günü ayağına geçirecek kara lastik dahi bulamıyordu.
Elindeki böğürtlen reçellerini sıkıca kavramıştı ve kendisine tarif edilen gecekonduya doğru adımlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yadlar Vilayeti
RomanceGece yarısı köy kabristanında hayvanlarıyla kaybolan Tarık ana sütü kadar temiz bir oğlandı. Köy kabristanında uygunsuz işler kovalayan iki delikanlı onun gözünü korkutmak ve alaya almak konusunda eğleniyor gibi duruyordu. Üstelik Tarık köyün ağab...